30 Ekim 2008 Perşembe

ESKİ KARŞIYAKA SİNEMALARI

ESKİ KARŞIYAKA SİNEMALARI

 Yaz tatili bitti, fuar kapandı, okullar acıldı, Bu platformda geçtiğimiz haftalarda yazlık sinemaları hatırladık ama şimdi yazlık sinemalar da kapandı vee tabiiki kışlık sinemalar acıldı.

   Kış ayları biraz daha yoğun geçerdi Karşıyakamızda. Okul günlerinin yanısıra Kışlık sinemalar, Tiyatro, Konserler, Liselerin sportif ve bilgi yarışmaları, Kaf Kaf ın maçları, Aile gezmeleri ve bireysel Sanat, Spor ve Disko ugraslarımız hep bu donemde olurdu.  

  Benim hatırladıgım kadarıyla once sahildeki kıslık MELEK ve halk eğitim Merkezinin altındaki ATLAS ile carsıdaki SES sinemaları vardı. Bu sinemalarda seanslar 1-3-5-7-9 diye giderdi. Bazen filmin ortasında girer bir sonraki seansta aynı yere gelince cıkardık sinemadan. Filmi bastan izlemeye baslamak gibi kesin bir yargımız yoktu.

-- Melek sineması salon icersindeki tuvalet kısmı sadece kalın bir siyah perde ile ayrıldıgından hafiften sidik kokardı ve sadece siyah beyaz Turk filmleri oynardı. Açılır kapanır gurultulu dar koltuklarında Öztürk Serengil mi Sadri Alısık mı daha komik diye aramızda tartısırdık. Melahat diye horoz gibi kafayı ileri geri oynatan Vahi Öz de bizi çok güldürürdü.Karaoğlan, Malkaçoglu gibi filmler ise o yasımda bile beni hic sarmazdı. Türkan Şoray, Filiz Akın, Hulya Koçyiğit, Fatma Girik ten mutlaka biri olurdu bu filmlerde.
 
-- Atlas sinemasını ise klasik yabancı filmlerin yanısıra daha cok Kultur Edebiyat gunleri, Liselerin Tiyatro gosteri salonu olarak hatırlarım.  
 
-- Ses sineması ise yine gürültülü açılır kapanır koltukları ve sonradan eklenen balkon kısmı ile donemin Karsıyakadaki en guzel sineması idi. Kırk Douglasın Spartakus filmini, Yılmaz Guney ve Melike Demirağlı Arkadaş filmlerini burada izlemiştim. Sinemaya girmeden Allahın emri gibi mutlaka hemen yanındaki tostcu Fethi Abiden sucuklu tost yaptırırdım.
 
 -- Gel zaman git zaman artık Modern, kaloriferli, localı ve balkonlu bir sinemaya daha kavuşmuştu Karşıyakamız. ELİF sineması öğrencilik yıllarımızda Cumartesi 14.30 seanslarının müdavimiydik. Biryantinli saçlarımız ve guzel giysilerimizle "züppelik parayla değildiki" Karşıyaka Kız Lisesinin, Numune ve Yamanlar kolejlerini kızları ile goz goze gelmek, gulumsemek ve mümkünse konuşabilmek için iyi bir fırsattı. O donemlerde televizyon da olmadığı için film öncesi Yapı Kredi Bankasının hizmeti olan 1 ay önceki Metinli, Turgaylı Galatasarayı, Ziyalı, Ercanlı Feneri ve Necmi, Suat, Kayalı Beşiktaşı karlı ama renkli olarak 5 dakikalığınada olsa izlemek büyük keyifti. Dolmabahçe ve Kadıköy stadlarını ilk kez Izmirde görebiliyordukl.
Haa, Pek yakında ve Gelecek Program fragmanları öncesi her zaman olmayan Tom ve Jerry oldumu herkes mutlu olurdu. Elif sineması ile birlikte yeni adetlerle de karşılaşmıştık. Artık seanslar 12:15, 14:30, 16:45, 19:00 ve 21:00 olmuştu vede yerler halı kaplı olduğundan seans öncesi yada 10 dakika ara kısmında içilebilen Su Ga, Fruko"meyveli ve sade" Sunalco gibi içeceklerin yere dökülme olasılığına karşılık salona sokulmasına asla izin verilmezdi.Kapanan perde kornizinden gelen sesle birlikte herkes ara nın bittiğini anlar ve salona girerdi. Ardından kapı kapanır ve ikinci yarı başlardı. 
  Elif sinemasında sezonda Cem Karaca, Durul Gence, Vasfi Uçaroğlu, Mavi Işıklar, Rana ve Selçuk Alagöz konserlerini de pek kacırmazdım. Ayrıca sahnesinin uygunluğu nedeniyle Amatör gurupların ve Liselerin Tiyatro gunleri de burada yapılırdı. Öğrencilik yıllarımda ben de amatör olarak Pembe Kadın, Kurban, Polyanna, Boş Beşik, Bilgiç Kadınlar gibi oyunlarda defalarca çıkmıştım o sahneye. " Heyyyy Nerelerdesiniz KARLIS üyesi, Devlet Tiyatrosu Müdürüm, yönetmenim, oyuncum Metin Oyman, cok yönlü sanatçım Cevdet Arıcılar sizde daha fazlası vardır o gunlerin. Bir iki döktürün bakalım."
  Elif sinemasında 007 James Bond filmlerini"ama hakiki olanı yani Sean Connery ninkileri", Anjelik serilerini, 002 Yavru ile Katip serilerini, Audrey Hepburn un kör bir kadının evde tek basına bir Katille olan uğrasını konu alan Karanlığa Kadar Bekle filmini, Claudio Cardinale, Marcello Mastroanni filmlerini, Alain Delonu cok izlemiştim. Hatta film sonrası çarşıya çıktıgımda bir süre Alain Delon gibi baktığımı zanneder, kendimi Alain Delon gibi hissederek yürürdüm. Karakulak ın önüne gelince bu hissim geçer, kendime gelirdim."Bunu herhalde psikoloji ile uğrasan arkadaslar daha iyi yorumlar. Açıklamasalarda ben, kişiliğimle ilgili bu durumu tahmin edebiliyorum"
-- Efes sineması ise son acılan kaplı sinemaydı ve tabiiki en yenisiydi aynı Elif gibi acılır kapanır koltukları rahat ve ses yapmazdı. Oradada yabancı filmler izledim ama bir türlü adapte olamamıştım Efes sinemasına. sahnesi uygun olduğu halde anımsadığım bir konser yok Efeste. Zaten bir süre sonra 

Devlet Tiyatrosu oldu.

  Çok küçükken Annem Babamla gittiğim İzmirde sahildeki yanan yerine apartman yapılan Tayyare ve yine yanan, yerine işhanı yapılan Fevzipaşadaki İkbal sinemaları ile halen ayakta kalan binasıyla tarihi Elhamra yı çok detaylı hatırlıyamıyorum. Unutmadan söyleyeyim 8. zafer haftasını oynayan meşhur Parçala Behçet filminin oynadığı çamdibindeki sinema aklımdan hiç cıkmadı ki." Bak bak bak sanat ugruna nerelere gitmişiz belediye otobüsleriyle"

  Ancak yine Anne Babamla vede Kardeşimle her yeni oyun sahneye koyulduğunda vapurla gidip yine son vapur olan 23:30 seferini yakalamak için koşarak döndüğümüz Devlet Tiyatrosu günleri de iyice kazınmış belleğime. 

  Tüm bu yasadıklarım 40 - 45 sene önceydi. Sizleri bilmiyorum ama yaklaşık 5 yıldır ne Sinemaya nede Tiyatroya gittim. Diğerleri zaten yok ama Elif sinemasına ise hemen hemen 15-20 yıldır gitmiyorum. Şuraya bak yaa, sanki çok önemli bir meziyetimden söz ediyorum.

  Atladığım yada unuttuğum başka kapalı sinemalar varmıydı bilemiyorum. Bilenler yada yaşayanlar yazsınlar da anımsayalım.

 
 Kış dönemi uğraşıları arasında gecen Lisemizin ve Kaf Kaf ımızın Futbol, Basketbol, Atletizm yarışları, Aileler arası ziyaretlere de değinmeye kalksam kesin atılırdım guruptan.Uzun yazıların sıkıntı yarttıgını, okunmak istenmediğini bilmeme karşın biraz uzun oldu. Umarım sıkmamışımdır.
Hepinize Sevgiler - Mustafa KARLUK- 10.09.2008

 

Hipokampus havuzu

HiPOCAMPUS

  Kısa pantolonla babam beni ve kardesim Ahmeti Arap Osmana teslim etmisti yüzme sporu yapmamız icin. 

  O zamanki söylemlere gore 33 mt. 33 cm uzunlugunda olan ve sadece yaz aylarında acık olan bu havuzda 4 veya 5 yılımız gecti, Alsancaktaki olimpik havuz acılana kadar. 100 mt yarısı 1 cm eksik yuzulurdu dolayısıyla resmi adı altındada olsa rekor sayılmazdı dereceler. Ozel havuz oldugu icin her istediginde Yuzme federasyonu el koyup yarıs yapmasın diye oyle insa edildigi soylenirdi. Cezaevinden yeni cıkan, Rahmetli Arap Osmanın antrenorlugunde KARSIYAKA da lisanslı olarak yuzduk ve sutopu oynadık. O zamanlar Japon Mujdat"simdi Bodrumda mavi tur yapıyor", abisi Sedat Temelli"simdi Foca Yelken Kulubu antrenoru", Korkmaz Demirhat, Rıfkı Sezek"KSK de baskette oynadı", Arnavut Refik, Ben ve kardesim Ahmet Karluk, Kaya Iscimenler, Haluk Colak, Ercüment Alp, kağıt Bulent en kucuk sporculardık. Ayrıca Yıldırım Karakaplan, Cakır Erdogan, Ozcan Kocak, Hüseyin Karace"KSK de baskanlık yapan Cenk Karacenin babası", Yuksel Böke ismini hatırladıgım gelen abilerimizdi. özellikle İzmirspor sutopu takımıyla yaptıgımız olaylı macları hatırlarım. Orada hep biz kazanırdık. Rahmeti olan 18 Namık, abisi Kenan Oney ve Ali Barçın, Erdoğan Sungur ilk aklıma gelen hakemlerdi.
  Her 1 temmuz Kabotaj yarıslarına Inciraltına takım halinde vapurla giderdik. Butun yazı orada gecirirdik. Perili koskten geldigi sanılan seslerin cogu bizden gelirdi. Bazen aklımıza eser hemen denize cıkıstaki meshur dokuz kayalarda yada 
mendirekte denize girerdik.  
  Havuza bitisik cay bahcesinde birde disko yapılmıstı. Bize sıcak gelen bir Mart gunu Rıfkı ile once diskoya gitmis terleyincede henuz acık olmayan koyu yesil
renkli buz gibi havuza atlamıstık. Hava atmak icin. Tabii ki tum karizmayı cizdirmistik aslında.
  Erdal lutfen o resmi sakla bizde oraya yada havuza ait 
hiç resim yok maalesef. 
Bilmiyorum diger arkadaslarda yada Osman Abide varmıdır.
  Sonra ne oldu? Sonrası hüzün. Apartman yapılmak uzere kapatıldı Hipocampus havuzu. Evimizden 10 dakikada yuruyerek gittiğimiz havuz yoktu artık. Onun yerine simdiki Atatürk Kapalı Spor Salonunun hemen arkasında 50 mt lik olimpik havuza 15 dak. iskeleye yuruyere, sonrasında Altın yol henüz olmadıgından eski yoldan giden belediye otobüsüne binip Garın onunda iner ve bir 10 dk. daha yuruyerek havuza gitmeye basladık. Hipocampustan sonra tam bir iskence gibi gelmisti onceleri, O ZAMANLAR KARLIS te OLMADIGI ICIN HIPOCAMPUSUMUZU GERI ISTIYORUZ KAMPANYASIDA YAPILAMAMISTI Zaten demokratik hak arama yada protestoyu hic kimse bilmiyorduki.
  Sevgili arkadaslar, Lisemizin Kapısını, Iskeledeki Leylegi hatta Karsıyakadan koparılıp Bayraklıya verilen mahalleleri almak icin halen sansımız var ama maalesef Hipocampusumuzu geri alma sansımız hic yok. Bilenlerin ve yasayanların anılarında hep kalacaktır bundan boyle.
  Sıktık ise affola, Kalın Sağlıcakla
  Mustafa KARLUK- 04.09.2008

 

1960 lı yıllar


60'lı yıllar 
 
Henüz okula yeni başmışız.Alaybey ilkokuluna gidiyoruz, O 
yıllarda Alaybey Sahili henüz bozulmamamış,küçük iskelelere irili ufaklı 
tekneler sıralanmış.Hafta sonu yada hafta arası işinden erken gelen doğru iskelelere ve teknesine atladığı gibi balığa. Sanki deniz her türlü balıkla 
doluydu.Ders aralarında teneffüs olduğunda hemen 

iskeleye koşar ve bir midye 
çıkarıp balık avlamaya çalışırdık.

Ben de zaten parkın karşısında yer alan o 
küçük kumsalda yüzmeyi öğrenmiştim 

( Alaybey sahili tamamen kumluktu o yıllar ve deniz cam gibiydi) . 

O yıllarda sahil iki şeritliydi ve tek tük 
araba geçerdi. Yani fazla trafik yoktu. 

Zaman zaman 2 tekerlekli veya bazen 
de 4 tekerlekli at arabaları, biletçili belediye otobüsleri ve dolmuşlar. Bu 
sahilde şimdiki anıta yakın bölgelerde ağ ile balık yakalanır ve peygamber pazarlığı ile kim ne kap getirdiyse parasına ve balığına göre o kap 
doldurulur. Hiç kimse boş gönderilmezdi. 

Yine öyle bir gün bize balıkçıların 
" Ayı Balığı" olarak isimlendirdiği bir çift balık gördüm. Ama yıllar 
sonra üniversite yıllarında aslında bunların şu an koruma altında 
olan Akdeniz Foku( Monachus monachus) oldugunu öğrendim. 

Evet ilk kez o yıllarda tanıştım Akdeniz Foku ile. 

Ayrıca o yıllarda körfez vapurlarıyla 
yarışan yunusları da her zaman görürdük. 

Ama şimdi denize girmek yada balık 
avlamak için kilometrelerce yol gidiyoruz. Biz gerçekten şanslı bir 
nesildik belkide. Yüzmeyi yüzme havuzlarında değil kendi kendimize veya 
büyüklerimizin biraz yardımıyla Karşıyaka sahillerinde öğrendik.

O kültürle 
deniz kültürüyle sahil kasabası kültürüyle büyüdük. Çarşı içinde şu an İş bankasının olduğu yerde (Osman'ın gazete büfesinin yanında ) bir ekmek 
fırını vardı .Ramazanda bu fırın nefis ramazan pideleri yapardı. Pidenin 
kokusu Küçük Avcının kahve kokusuna karışır ve tüm çarşıyı 
doldururdu.Ramazanda bu fırının kuyrugu bazen sahile dogru olur bazen iskeleye doğru. 

Ama o tarihlerde sahildeki Melek Sinemasının altında Avcılar 
Kulubu yeralırdı ve burada oturan kulup üyeleri rakı da içerlerdi. Yani bir 
tarafta rakı kokusu ve bir tarafta ramazan pidesi kuyruğu... İşte bu 
şekildeydi Karşıyakamız. Ama hiç kimse hiçbir kimse dönüp de sen ne 
yapıyorsun demezdi. Kimse kimseye karışmazdı . 

Yamanlar domatı anılarını okurken birden bunlar geldi aklıma ve paylaşmak istedim...Sevgiler..... 
ATAKAN-24.08.2008

 

1942 doğumluların Karşıyaka anıları

1942 doğumluların Karşıyaka anıları, 

1942 doğumluların Karşıyaka anıları, yaşadıkları mahalleye göre değişir. 1669 sokak Alaybey'de eski Şan sinemasına bitişik, tren yoluna dogru giden toprak bir yoldu. Sonra Arnavut kaldırımı,daha sonra beton oldu. İçi kağıt veya bez doldurulmus topla futbol oynardık. Pahalı olduğu için,meşin topumuz yoktu. Yeni bir film gören arkadaş,görmeyenlere filmi anlatırdı. "Sahne açılıyor,oğlan beyaz ata binmiş...."
Bir ara kan kardeşi olmaya meraklıydık. Parmaktan kan çıkarılır, kan damlaları birbirine değdirilince,kan kardeşi olurdunuz. Küsmek,size çok içerleyen bir arkadaşınızın ipleri koparmasıydı. Orta parmak işaret parmağının üstüne konur. Darılmak isteyen,"Boz" diye elini uzatır. Parmakları acarsaniz,küslük başlar. "Kuşumama sak sak, İstiyor barışmak, Mendili ipek, Kendisi köpek." Teranesi psikolojik savaş silahlarındandı. Küsler,biribirinin adını söylemez, çok mecbur kalınca,Kuşumama diye hitap edebilirdi.
Aileden birileri hastalanınca,sıklıkla sebebi bilinmeyen durumlarda,kurşun döktürülür. Bu işi yapan mahallece bilinir. Erimiş kurşun "cas" diye bakır kaptaki suya dökülür. Kurşunun şekline bakarak falcı vaziyeti idare ederdi. İlaç fabrikalarımız henüz yoktu. Eğer ateşli ve öksürüyorsanız,kupa çekilir. Birçok evde,ecza dolabında kupalar vardı. Mavi ispirtoyla yanan bir pamuk,kupanın içindeki havayı alır. Kupa hastanın göğüs kafesine basılınca,negatif basınç sebebiyle deri kupanın içine doğru emilir. Kupayı çıkartırken kendine has bir ses çıkardı. Sonra tentürdiyot kafes kafes sürülür,sıcak bir yünlü bez ağrıyan yere konurdu. Zaman zaman deniz suyunun kirliliği ikazına aldırmaz,yüzerdik. Bir defa konjonktivit oldum. Rahmetli babaannem okudu,üfledi,hafiften de tukurdu yüzüme. Zehirlenme,eşek arısı sokmaları hallerinde, tedavi sarmısaklı yoğurttu. Güneş yanıklarında da normal yoğurt sürülmeden uyumak zordu.
Erkek ve kız çocukları ayrı oynardı. Beraber oynanan oyunlar,dokuztaş,körebe,ip atlama saklambaç,muku,istop... Erkekler de kendi akranlarıyla oynar ve konuşurdu. Baharda,kuşçuların sattığı kuşu 25 kuruşa alıp Azat,buzat,sen beni ahrette gözet diye uçururdunuz.
Hidrellezde, taşlarla sihirli evler yapılır,dilek tutulur,kırlara, Yamanlara, Şemikler tarafına doğru piknik yapılırdı. Eyyamı buhur'da ,en uzun günde güneşe çıkanın arap olacağı söylenirdi. Denize girmek için,karpuz kabuğunun denizde görülmesi salık verilirdi. Musevilerden gelen,balıkla süt yemenin zehirli olacağı ananesi vardı. Paskalya zamanı renkli yumurta tokuşturulurdu. Galip bedava haşlanmış yumurta alırdı. Kolonya ikramı,henüz sabunun bilinmediği Roma zamanından kalan bir Ege adetiydi. Güneş batmadan evde olma mecburiyetimiz vardı. Misafirlere ayva,vişne reçeli ikram edilir. Kahve,çay,şerbet,gazoz içilirdi. Validem,erkek çocuk boş oturmaz hayatı öğrenmeli diye beni yazları çalışmaya gönderirdi. Elektrikçi,marangoz,mobilyacı,ressam atölyesinde çırak olarak kazandığım parayı anneme verirdim. Erkek çocuk olmanın gururunu duyarak!.
İstiklal savaşı günlerinde Karşıyaka küçük bir kasabadır. Nüfusunun çoğunluğu Ermeni,Rum ve Levantenlerdir. Civar köyler Türk’tür. Karşıyaka’da geniş bahçeli evler,sahilde yabancılar ve konsoluslarin yazlıkları vardır. Belli başlı bütün büyük binalar azınlıklara aittir. Benim aklımda kalanlar arasında,Karşıyaka Lisesi Turkbirligi, Cumhuriyet, Ankara Ilkokulu, en azından çeşitli Hıristiyan mezheplerine ait dört beş kilise, Havra bir zamanlar Karşıyaka’nın ilk özel kolej binası, halk evini sayabiliriz. Verimli topraklarda,çiçek, meyve ve sebze bahçeleri içindeki malikanelerde azınlıklar zengin ve rahat yasarlar. Fakir Türk halkı kerpiç evlerde, varoşlarda yerleşmiştir. Deniz cam gibi temiz,korfez sulari doğanın bütün nimetleriyle doludur. Sahil yolunda tramvay işler,İstasyona uzanan ana yolu gaz lambaları aydınlatırdı. Vapur iskelesine paralel birkaç iskele,balıkçı kayıklarının demirlediği koy,küçük,önünde bayrak dalgalanan bir polis karakolcuğu vardı. Iskelenin hemen yanindaki artezyenden su icilirdi. Burada balikcilar cipura,kefal,mevsime gore tranca,sardalya satardi. Gediz deltasindan avcilarin getirdigi ordekler,dukkanlarin onunde ayaklarindan asılı müşteri beklerdi. Kutuphane yoktu. Karakulak, dar kucuk bir dukkanda, geceligi bes kurusa roman kiralardi. Ses sinemasinda, Misir'da cevrilmis filmler oynardi. Motorlu arac yoktu.Hava temizdi. Rodos, Girit,Makedonya gocmenleri,ulkeden kacan azinliklarin evlerine yerlestirilmis. Belli başlı yapilar, egitime, yetimhaneye ayrilmisti. Zengin degildik ama temiz, serefli, ümitli, yeni nesiller pesindeydik.
Turkbirliginde her sabah yasamı solerdim. Butun okul,hep bir agizdan tekrarlardi. Turk'um! Dogruyum,caliskanim, Yasam, Kucuklerimi sevmek,buyuklerimi saymak, Yurdumu,ulusumu ozumden cok sevmektir. Varligim Turk varligina armagan olsun! Oya Tarim, Ayse Fusun Saf, Akim Akefe, Vecehat Dalaman, Ilker Yurttas, Ilker Gurtas, Mehmet Gulen Ogan, Hasan Kalaycioglu, Ozer Yapan, Alev, Nevin Akkaya, Atilla Baykalmis, Nuran Amas, Melih Erogul, Umit Cokaglar, Ocal Bengisu, Alev Batu, Erdal, Alev, Kenan Tapman, Cicek Sertel, 1949 senesinde Turkbirligi ilkokulunda Halide Gurtin hanimin birinci sinif ogrencileriydik.

                                                                                                                                                                       

        Turkbirligi Ilkokulu, Zubeyde hanimin kabrine bitisiktir. Duvardan bakinca,kabir tasinin arkasini gorurdunuz. Okulun kuzey dogusunda ise park vardir... Birinci sinif Turkce okumayi ogretir. Mujde Alfabe bitti,son sayfadir. Kursun kalemler,grafitin yumusakligina gore numaraliydi. Castel marka,yeil boyali bazen dibinde silgi olan en kalite kalemdi. Murekkep daha cok ev odevlerinde kullanilirdi. Murekkep kalemdeki yuvaya sokularak takilan , degisen kalinlikta,metalden yapilmis beyaz veya sarimtrak renkteki onemli parcaya Uç denirdi. Murekkep kalem gibi ithal maliydi. Pelikan veya Quick marka,mavi,yesil,kirmizi renkte olurdu. Siyah yazilar icin Cini murekkebi alinirdi. Okula murekkep sisesi getirmek yasakti. Cunki devrilince elbise,sira,masa da boyanirdi. O sebepten Hokkaya koyulup getirilirdi. Hokka cam veya bakalitten yapilir. Dibi sise gibi kapali,agiz kismi huni gibi iceriye donuk oldugundan, devrilse de murekkep dokulmezdi. Her sirada hokkanin icine konulmasi icin yapilmis iki delik bulunurdu. Murekkep kalemle yazarken,uca fazla murekkep alinmaz ve uc fazla bastirilmaz. Cunki murekkep kagida dagilir,yeni bastan yazmak gerekirdi. Onceleri defter ve kagit disardan gelirdi. Sonradan ikinci hamur,ucuz kağıtlar çıkı. Bunlarda yazmak ayrı hüner isterdi. Geniş puntolarla yazmak icin ya özel uç alırsınız veya bir tahta parcasini yontup imal ederdiniz. Dolma kalemler pahalliydi. Nadiren buyukler,bir gosterge gibi ceketlerine takardi. Derken tukenmez kalemler cikti. Bunlar Fransa'dan ithal edilirdi. Baslangicta duzgun yazar bazen murekkep akitirdi. Boya kalemleri de ithaldi. Sulu boya pahalliydi. Halide hanim beni Ses sinemasinin yan sokagindaki nalbura gonderdi. Toz boya,tutkal,beyaz boya diye kursun oksit aldım Öğretmenimiz bunlardan çeşitli renklerde sulu boya yaptı. Fakir zengin hepimiz bu boyaları kullanıp,bahar çiçekleri açmış bir dalın resmini yapmıştık. Ilk katta,sınıflara açılan tahta kaplı büyük bir salon vardı. Buradaki piyanoda,Halide hanim muzik yapar, biz şarki söylerdik. Ağabeyim,ablam ve ben beş sene arayla bu kabiliyetli ince hanim efendinin öğrencisi olduk. Hala sevgi ve saygiyla hatırlarız. Allah rahmet eylesin.

Eski Karşıyaka Anıları

Amerika'daki plastik cerrah Karşıyakalı ağabeyimiz...Kemal Kamil...
 
Henüz her eve elektrik gelmemişti. Karanlıkta evlerde gaz lambası yakılırdı. Bakkaldan veya arabasındaki bidondan litreyle gaz alırdınız. Biz bakkal Hafiz'ın, Kemal Pasa caddesinin çifte fırınlara giden tarafındaki dükkanından alışveriş yapardık. Kalıpla alınan yeşil veya beyaz sabun,peynir,tahin helvası bazen gaz kokardı. Aleminyum ölçüyü ya gaz bidonuna daldırır veya çesmesini açıp şiseyi doldururdu. Gaz lambasinin altında camdan yapılmış kısmına bir kapağı acarak gaz konulur. Teneke bir kasnak ışığı yansıtan daire seklinde bir aynayı ve icabında duvara asmak, tutmak için sapı taşır. Fitil lambanın büyüklüğüne ve ışık gücüne göre eni değişen pamuktan yapılmış yassı bir dokumadır. Bir ucu gazi emer,diğer ucu kibritle veya çakmakla yakılır. Yine camdan yapılı, önce genişleyen sonra daralıp incelen, şise denilen kısım fitillikteki yerine oturtulur. Fitil ayarı, ışığı azaltır arttırır. Çok çıkmışsa, isli yanar ve cami sarımsı bir isle kirletir,veya camı çatlatırdı. Hergün temizlenip parlak ışık vermesi sağlanırdı. Söndürmek için önce fitil kısaltılır sonra üstünden üflenir. Bu taktik fitilden gelen yanık gaz kokusunu azaltır. Seyyar satıcılar gemici feneri veya karpit lambası yakardı. Çerez satan seyyar satıcılar, manavlar akşamları etrafı bu lambalarla aydınlatırdı. Iskeleden istasyona uzanan yol boyunca hava gazı lambaları vardı. Bunlari yakan söndüren bir görevli olurdu. İlk elektrik ampulleri elipsoid uzun şekilliydi. Sarımsı baygın bir ışığı vardı. Belli saatte elektrik verilir, kesilirdi. Ankara ve Istanbul radyolarindan sonra Izmir radyosu faaliyete gectiginde, devamlı elektrik almaya başladık. Bizim radyolar yayina gec baslardi. Erkenden görev için kalkan babam,ona kahvaltı hazırlayan annem,daha cok gaydalı Balkan muziği dinlerdi. Henüz Zeki Muren kadınları kızları güzel sesi ve usulüyle radyoya bağlamamıştı. Istasyon gazinosu aksam bes sularinda gramofondan Suzan Yakar Rutkay'in Maphusane çesmesi,yandan akıyor yandan, şarkısını defalarca çalardı. Gazel daha cok postahanenin karşısındaki meyhanelerde çalınırdı. Onların da üçbeş plaklık kolleksiyonu vardı. Bu plaklarda müzik az duyulur,gazelhanın sesi ve sözleri ön planda olurdu. Şimdi, Oynama şıkıdım şıkıdım devrindeyiz. Onların dediklerine aldırmayın. "Az zamanda cok ve buyuk isler basardik..."

Karşıyaka Özlemi-Şiir

Sabahları ılık esen rüzgarları,

Parke taşı döşeli sokakları,

Palmiyeleri,

Kordondaki rayları,

Özledim atlı tramvayları.

* * *

Sahildeki trata çeken balıkçıları özledim,

Geceyi körfezde geçiren mehtabı

Güzel insanlarımı,

Eşi, dostu, ahbabı özledim.

* * *

Sur vapurun arkasında bıraktığı izleri

İmbatları sahile vuran denizleri özledim.

* * *

Kızlarımızın nazını,

Osman beyin sazını,

Banyolardaki yazını özledim.

* * *

Sami pastanesini

Uşaklı Ahmed'in kahvesini,

Celalin meyhanesini özledim.

* * *

Özledim iskelede bağlı duran takıyı

Çok ama çok özledim Eski Karşıyaka'yı



Mithat Erefe

Eski karşıyaka Anıları

Ne güzel oluyor böyle şeyleri yazışmak...

Benim hatırladığım girne caddesi, karayolları apartmanlarının yapıldığı doneme denk geliyor, tren yolundan köşedeki ulu çağlar apartmanına kadar olan bölge erik ağaçları ile kaplıydı, mevsiminde ağaçtan inmezdik ne yazık ki coook uzun zamandır erik alırken para veriyorum ve bu içimi acıtıyor. Bazen İstanbul’da ağaçlara tırmanmış çocuklar görüyorum, kızıp ayıplayanlar oluyor ama açıkçası ben kendimi görüyorum onlarda, tuhaf oluyorum.

Çağlar apartmanından sahile kadar olan bolum ise sazlık/bataklık alandı. Bir şekilde Karşıyaka ile Bostanlı arasında doğal bir sınırdı. Nergiz Mürşide Akyüz ilkokulunda okuduğum sure boyunca 1734 sokağın sonuna kadar, Aydoğdu ilkokulunun önünden geçerek, gider, sağa kıvrılır, tantanlardan geçmeden hemen sol yapar, demiryolu boyunca Nergize kadar yürürdük. Baharda o yolun tadına doyum olmazdı, bahçelerdeki ballıbabaların özünü arılara kelebeklere bırakmadan içerdik, ariya yetmeyen o özsu bizim neyimize yeterdi bilemiyorum ama buna da çocukluk diyorlar iste. zaman içerisinde o demiryolu boyunca apartmanlar doldu, simdi ne haldedir hic bilemiyorum, ilk Karşıyaka ziyaretimde o yolu kullanacağım , eğer ki hala duruyorsa..

 Evet, sapanla kefal avi safarilerini (tabbi o zaman bu sözcüğü kullanmazdik) hatirlamazmiyim hiç. Bahçenizden erik çalanlardan biri olma olasiligi da oldukça büyük ama açikca itiraf etmesi zor. Yetistirenlerin ellerine saglik diyelim... 6342 sokagi hatirlayamadim, bu unutkanlik, herhalde bizim o zamanlar "papaz" (bunun günah çikartmakla ilgisi olsa gerek) veya "mehtap" dedigimiz, sahilde Cemal Gürsel'in evini geçtikten sonra varilabilecek en son noktadaki yere (galiba da son durakti vaktinde) daha sıkça, günah çikarmaktan ziyade, orada bütün isiklari sönük vaziyette park etmis otomobillerde günah çikaranlari seyretmege, biraz da sadik bir keyifle onlarin kendilerini rahatsiz hissetmelerine neden olmaya gittigimizden kaynaklansa gerek... Dereye sadece yilan baligi avlamaga degil, lidaki için yemlik balçik kurtlari çikarmaga ve küçük yari tatli yari tuzlu su kefalleri avlamaga da giderdik. Hatta Bostanli balikçilarindan ayarladigimiz bir savurma bir filemiz bile vardi, üçer beser yakalardik kefallari. Sürü geçerken üzerine savurmak yeterli olurdu... Hafizamin kefallerle ilgili kismini siz tazelediniz. Tesekkürler. Dereye yilan baligi avina giderken, genelde bizim komsu apartmanin kapicisinin oglu da bizimle birlikte gelirdi. Baliklari bilmem kaç kez yere çarptiktan sonra derisi soyulur, ardindan soluk apartmanin kazan dairesinde alinirdi. Baliklar derhal beser santimetrelik parçalara bölünür ve bir kürek üzerine kazan dairesinin kazanina saliverilirdi, pistimi de büyük bir keyifle mideye indirilirdi...Bu gün ayni seyi yapabilecegimden oldukça süpheliyim, ama demek o zamanlar yapilabiliyormus... Tatilin ne oldugunu gerçekten bilmezdik, bize hegün tatil gibi gelirdi. Gamsizdik, mutluyduk... Ara sira, genelde cumartesileri, rahmetli babamin bir önceki iletimde sözünü ettigim meshur teknesi ile (Bostanli'da tanimayan pek yoktu) birkaç arkadas bir olur körfezi bir uçtan öbür uca katederek Inciralti'na plaja giderdik. Amaç macera...lodos bir patlardi, deniz allak bullak oluverirdi. Tabii biz de hava dininceye kadar oracikta çipa atmak mecburiyetinde kalirdik. Hatta orada sabahlamamiz gerektigi bile olmustu. O zamanlar cep telefonu falan ne gezer, çogu zaman telefon etmeye yetecek kadar paramiz bile yoktu ceplerimizde...kumanyamiz ve motorda benzin yeteri kadar vardi ya gerisini kim düsünürdü...berket Bostanli'dan bazi iyi aile kizlari oraya plaja gelirlerdi, onlardan babalarimiza, annelerimize haber salmalarini, bu havada geri dönemiyecegimizi, merak etmemelerini onlara söylemelerini rica ederdik, hem de kendileri ile iki laf etmek için vesile olurdu bu. Eve döndügümüzde patirti kopardi tabii. Gene de "o kadar olacak" derdik kendi kendimize...Hey gidi günler... Kovalik dediginiz, su çöl bitkisine benzeyen, ucu sipsivri bir birçok dikenden olusan bir bitki vardi, o mudur ? sayet o ise, biz de balik dizmek için kullanirdik, ama ismini bilmezdim. Tesekkürler bilgi için. Sevgiler YOLAL Tahir bey, Bir açıklama yapayım,sayın karabay yazının bir alıntı olduğunu iletisinde belirtmiş,grubumuza yeni üye olduğu için yazının sahibi erdal beyi tanımıyor ama hoş bir tesadüf oldu,erdal beyde yazısının yayınlanmasından duygulanıp berat beye cevap yazmış,zaten sıkça erdal beyin sitesinden alıntılar yapıp sizlerle paylaşıyoruz.(adı başkada olsa gül güzel kokarmış) ama önemli olan bu yazı size o eski güzel günleri hatırlatmış,çok zevkle okudum hepsini dün gibi hatırlıyorum,bizimde bostanlıda dere kenarında dünyaca ünlü papaz erikleri olan bahçemiz vardı,oradan hiç erik çalmadınızmı,bahçeler arasında aşıklar yolu vardı şimdi 6342 sk başkent ün.hastanesi arka sokağı,sevgilisini alan oraya gelirdi,bizde çocuk aklımızla onları aşk filmleri gibi izlerdik,hastanenin bulunduğu sokak büyük bir azmak idi orada sapanla kefal avlardık,suyu bulandırınca kefaller(kefal yunanca kafa demekmiş) kafalarını çıkarınca bizde avlardık,onları kovalık dediğimiz ucu sivri bitkiye dizer ve öğle yemeğimiz çıkardı,sonra tarlada çalışmaya devam,hiç tatilimiz yoktu ama yinede güzel günlerdi o günler, 


Erhan  2007/11/26,

Eski Karşıyaka Anıları

Uzaklardaki….KEMAL KAMİL’in…Unutamadıkları… 

Sevgili Karşıyakalılar bu sitenin yazışma bölümüne ABD Florida’dan Kemal Kamil imzası ile defalarca not bırakan, sıkı Karşıyakalı arkadaşımızın yazılarını aşağıya aktarıyorum…umarım ilginizi çekecek.

Kemal Kamil E-mail : neseli42@yahoo.com

Bombacı geliyor,bombacı! Ne dediklerini anlamadım. Cem, Necmi, Hamdi, Mustafa, bez ve kağıttan yaptığımız topla 1699 sokağın,kumlu yolunda top oynuyoruz. Birden oyun bırakıldı. Arkadaşlarım saf durup,asker selamı veriyor. Uzun boylu,inceden yaşlı bir adam,bıyıklarına ak düşmüş,elindeki kamcıyı,başındaki kalpağın kenarına deydirip selamlıyor çocukları. Göğsündeki İstiklal Madalyası aksam üstü güneşinde parlıyor. Kara çizmeli, kilot pantolonlu, cepkenli, elmacık kemikleri çıkık, Bombacı Ali Çavuş’u ilk defa o zaman görmüştüm. Ciddi, ama asker selamı veren çocuklara sevgi dolu ince bir tebessümle demiryoluna doğru ağır ağır uzaklaştı. Yunan’ı bombalamış. Seneler sonra, Alaybey çarsısında onun adına dikili ama onunla ilgisi olmayan heykeli görüp, hayal kırıklığına uğradım. Ben Bombacı Ali Çavuş’u görenlerdenim. Alaybey sahilinde her zaman koyu yeşil renkli, şiş gibi yaprakları olan,öbek öbek saz dediğimiz bitkiler olurdu. Burada ev olmayan alanlarda,yumuşak, siyah ve üzerinde kuruyup kalmış tuz kristallerinin yaz güneşinde parladığı değişik bir topraktı. Sahilden içerilerde ise, eski Levantenlerden kalan verimli topraklarla çevrili büyücek evler vardı. Şaban bunların bizim sokağa bitişik olanında, köseye sıkışmış bir kulübede babasıyla yaşardı. Arnavutmuş. Nadiren bizimle oynardı. Daha çok babasına yardim ederdi.

İçinde yorgun bir atın çektiği bostan kuyusunun gıcırtılı sesi hala kulaklarımdadır. Küçük kutular suyla yüklenir, sırası gelen,özel bir arığa ters dönerek suyunu dökerdi. Bu alanda meyve ağaçları serpiştirilmişti. Bakla,enginar,soğan,sarmısak,dereotu,maydanoz, marul, domates, biber, patlıcan, pırasa,turp gibi son derece lezzetli bitkiler yetiştirirlerdi. Alaybey okulunun hemen kuzey doğusundaki bu malikanenin köşkü Karşıyaka özel koleji olmadan önce, sessiz sedasız Şabanla babası ayrılıp gitti. Ancak bir defa,mahallelinin su dolabının yanında piknik yaptığını hatırlıyorum.Ekşi tatlı can eriği olgunlaşınca sararan mis kokulu sarı erik ağaçlarının muhteşem gölgesi, Ege'nin sıcağına karşı dururdu. Cem le beraber bir gece bostana girip daha olmamış taş gibi armutlardan çaldık. Küçük duvarı atlayıp bizim sokağa giderken Avukat Münir bey amca tarafından yakalanıp zılgıtı yedik. Şaban okula da gitmezdi. Babası gibi iri yapılı, ayağı çizmeliydi. Onlar gidince,bakımsız bahçe,bizim futbol maçları yaptığımız, beyzbol denediğimiz bir alan olarak altmışlı senelere kadar yaşadı. Sonra içinden yol gecen, parselli,birçok apartmanın örtüsüyle,bu muhteşem yer ortadan kalktı. Bakla çiçekleri baharda açar.Siyah,beyaz şirin görünüm, kısa zamanda bakla meyvesi olarak karşınıza dikilir.Tellerin arasından içi dolu olanı koparıp yerdiniz.Enginar,bakla,dere otu,maydanoz önemli bir dörtlüğün üyelerini ilk defa orada tanıdım.İnulinle dolu enginar yapraklarının beyaz diplerini ısırıp yersiniz. Arkadan biraz su içerseniz,değişik bir tat ağzınızı doldurur. Annemin zeytinyağlı veya kuzu etiyle pişirdiği enginar yemeği için nazlandığımı hatırlıyorum. O günleri tekrar yaşamak mümkün olsa,hiç nazlanmazdım anacığım. 05 Ağustos 2007

Güzel Karşıyaka’yı elli senede elimine ettik. Artık üzerine basılacak toprak bile kalmadı. Sanki orada hiç manolya ağaçları,güller,kasım patları,fuller,mor salkımlar, yaseminler, ballı babalar yaşamamış. Deniz sahilindeki surlar, eski serin rüzgarları kapı dışarı atmış sırıtıyor. Çocuklarımız, araba parkı olmuş yollarda,top oynamaya çalışıyor. Uzak görüş, estetik, teknik bilgi, yerini küçük çıkarlara, siyasal kararlara bırakmış. Tabiatın dört milyar senedir özene bezene geliştirdiği sahili, plajları görenler, güzel Karşıyaka, dost Karşıyaka ancak birkaç ihtiyarin hayalinde bir zaman daha yasayacak. 04 Kasım2007

Eskiden bu kadar zengin değildik. Çocuklar kendi aralarında veya yaptıkları oyuncaklarla oynardı. Sapan yapmak için bir çam dalının çatallısını kesersiniz. Bu iki dalı yarım ay şeklinde telle bağlar,yanmayacak şekilde ateş üzerinde kurutursunuz. Fazlalıklar kesilip temizlenir. Eski ayakkabılardan elips seklinde meşin kesilir. Açılan iki delikten geçen lastikler kendi üzerine kıvrılıp bağlanır. Lastiklerin serbest uçları sapana tutturulur. Kuş vurmaya hazırsınız. Serçe en bol kuştu. Hiç vuramadım. Kumru avlamanın günah olduğunu öğrettiler. Etrafta pek karga olmazdı. Güvercinler ise ehli olarak beslendiğinden avlanmazdı. Baykuşlar uğursuz sayılır,hangi evin bacasında ötmüşlerse orada bir kötülük olacağına inanılırdı. Henüz leylekler Karşıyaka’yı toptan terk etmemişti. Martılar deniz kıyısında ve bilhassa ağ çeken balıkçı teknelerinde uçuşurdu. Bıldırcını,kekliği pek bilmezdik. Gediz civarına çulluk,yaban ördeği gelirdi. Bostanlı kumsalında pembe beyaz flamingolar olurdu. Kormoronlar denizdeki bol balıkla beslenirdi. Baharda Saka kuşlarını beş kuruş, on kurusa alıp azat ederdiniz. Kuşçu küçük kafes içinde bu renkli hayvanları satar. ”Azat buzat sen beni ahrette gözet” ,diye havaya atardınız. Bazen fener alayı yapardık. Konserve kurusu bir sopanın ucuna çiviyle çakılır. İçine kum doldurur üstüne gaz dökersiniz. Ya kibritle yakar veya bir başka fenerin yanan kumundan koyardınız. Karşıyaka’nın eski karanlık sokaklarında sıra olup yürürdük. Henüz her evde veya odada elektrik yoktu. Ampuller uzun tüp gibiydi.Turuncu sarı olgun ışık pek aydınlık vermezdi. Karşıyaka’da,otobüs,otomobil,buz dolabı,çamaşır makinesi,elektrik süpürgesi,kayıklarda motor yoktu. Çöp, çöp arabasıyla toplanırdı. Bu iki tekerlekli ve tek bir atın çektiği bir arabaydı. Ata ve arabaya ve kamcıya bayıldığım için, önceleri çöpçü olmak istemiştim. 24 Aralık 2007

Karşıyaka eskilerde bahçeli evlerin süslediği küçük bir şehirdi. Yamanlar deresi şehrin kuzey siniriydi. Dere boyunca kargılar yetişirdi. Biz kargılardan çeşitli oyuncaklar yapardık. Son baharda çocuk yuvasının bahçesindeki hurmalar küçücük siyah meyveler verir. Sert kahverengi bir çekirdeği olur. Kargının boğumlarını kesip tuh tuh yaparsınız. Çekirdekleri bu namlunun içinden arkadaşınıza atarak savaşırsınız. Bazen içine bir piston uydurup,basınçlı su atarak birbirimizi ıslatırdık. Kağıttan yapılıp,dikiş ipliğiyle uçurulan uçurtmanın adi şeytandı. Armudiye ise ustu elipsoid altı ikizkenar üçgene benzerdi. Altıgen daha gelişmiş yapması zor bir uçurtmaydı. Kitap,defter kaplamak için kullanılan kırmızı veya mavi kağıtlar olurdu. Dikdörtgen seklinde ,tabaka diye satılırdı. Sulu hamuru ısıtırsanız,tutkal olur. Kargı kesilip temizlenir.Dörde bölünür. Çivi veya iple birbirine bağlanır.Tabaka kağıdı kesilip hamurlu tutkalla yapıştırılır. Kuyruk kağıtları renkli kesilip bir ipe dizilir.Terazi,uçurtmayı rüzgara karsı belli bir acıyla tutan ip bağlantısının adidir. Sicim bir çomağa dolanır ve teraziye bağlanırdı. Elektrik tellerine,ağaç dallarına dolanmış uçurtmalar sık sık görünürdü. Bazen kuyruğa jilet bağlanır,başka uçurmanın ipini keserek zafer kazanırdınız. Günümüzdeki Karşıyakalı çocuklar, dar sokakları kanyon haline getirmiş evlerin,park etmiş arabaların arasında,beton yollarda oynamaya çalışır. Ne belediye,ne eksiler,hiçbir yeşil alan bırakmadı Denizi doldurmanın,plajları, balıkları,ekolojik dengeyi bozmanın hiçbir sakıncasını görmedi. Karşıyaka yazın yanan,kışın donan beton yığını halinde güzelliğini tabiiliğini kaybetti. 24 Aralık 2007

Benim kahramanlarım seyyar satıcılardır. Sermayesi olmayan,ama şerefle,alın teriyle ailesinin geçimini,doğru yollardan sağlamaya uğraşan insanlar. ”Kıtırın kupası yüz paraya! Kıtırımı kıtırımı kavururum, Dumanını dumanını savururum. Çiğ yumurta soyulmaz, Gökte yıldız sayılmaz Bizim kıtırların yemesine doyulmaz.” Bi elinde maltız,kömür,diğer elinde elek,mısır şişe torbası vardı.Yaz aksamında,Yemişçipaşa caddesiyle, bizim yolun köşesinde maltızı kurup kömürü yaktı. Marsığın ne olduğunu ilk defa ondan öğrendim. Elekteki cin mısırları bembeyaz bahar çiçekleri gibi açıp eleği doldurdu.

-Kaça amca?

-Kupası yüz paraya oğlum. Şişeyle de veriyorum.

Heyecanla Tariş’in dömisek beyaz şarabının galonluk şişesini koşup getirdim. Bazen patlamış mısırlara seker ilave ederlerdi. Mısır beyaz veya pembe renkli küçük toplar halinde satılırdı.İçinden yüz para, beş kuruş çıkardı. Haşlanmış mısır çok daha sonraları deniz kıyısında satışa çıkarıldı. Karşıyaka’da sadece Kemal Pasa caddesi,iskeleden Soğukkuyu'ya kadar kesme taşla döşeliydi. Ara yolların hemen hepsi torak veya Arnavut kaldırımıydı. Mevsime göre satılanlar ve satıcılar gezerdi. Kış aylarında

-Eksi tatlı boza!

-Tahan var pekmez var!

-Yoğurtçu!

-Gevrekçi,

-Nane suyu,kekik suyu,pelin suyu!

-Sam mali! -Macuncu!

-Aşure,muhallebi

-Salep!

-Kokorec!

-Pide!

-Kavun karpuz! ve bunların kabuğunu toplayanlar

-Turşu! -Çeşitli meyve ve sebze!

-Cerci Moiz efendi

-Kalaycı!

-Bilenci!

-Çeşmeci!

-Lağımcı!

-Gaz yağcı!

-Bohçacı!

-Boyacı!

-Çöpçü!

-Fırıldakçı, oyuncakçı

-Yeni çıkan şarkılar!

-Gazozcu!

-Dondurmacı!

-Oduncu,kömürcü!

Karşıyaka’da henüz eleklikli fırın açılmamıştı. Postahanenin yanında ve karşısında,çarsı içinde, çifte fırınlarda, çocuk yuvasının yanında, Alaybeyde üç tane fırın vardı. İstasyonun yanındaki,kurabiye börek, pide pişirmekte kullanılır. Esirgeme kurumunun karşısındaki fırın simit,un kurabiyesi yapardı. Un kurabiyesi beş kuruştu. Türkbirliğinin kantininde satılırdı. Akide sekeri,yıldız şeker,nohut,leblebi,leblebi tozu,şekerli leblebi,fındık fıstık,badem alırdık. Cumartesi günleri Ses sinemasına gidilirdi. Beş kuruş giriş,beş kuruş nohut alırdık. Balkondakiler aşağıya leblebi nohut atarlardı. Sinema mazot kokardı.Çünkü yerleri mazotla dezenfekte ederlerdi. Elektrikler kesilince yan duvardaki pencereler açılır.Aralarda gazoz satılırdı.Öpüşme sahnelerinde acayip sesler çıkar, birileri aşure diye bağırırdı. O günleri yasayanlar gittikçe azalıyor. 26.12.2007