21 Şubat 2012 Salı

ŞUBE ANILARI...

ŞUBE ANILARI

Ben de ortaokulu Şube'de okumuştum.

Sabiha Ceylan ( türkçe), Ali Ödemişli (fizik), Necdet bey ( beden), Türkan (türkçe)- Vedat Berk( Müdür), Kadriye Güçlü ( biyoloji), ismini unuttuğum Kuru lakaplı hocamız, Süleyman Çokak ( matematik- kendisi daha sonra kayınpederim oldu rahmetli), Saime Nayman ( coğrafya) hatırlayabildiğim hocalarımdan.... Rahmetli babam da aynı okulda öğretmenlik yaptı. Ama ben onun sınıfında okumadım. Tıpkı sevgili hocam Erol Kaya'nın oğlu- arkadaşımız Alper'i -benzer gerekçelerle- okutmaması gibi.....

Çok değerli- iyi insanlardı......

Selam, sevgi ve saygılarımla...

Levent Çanakkalelioğlu.

Hamiş: Şubenin sokağındaki sinemayı hatırlayanlarınız var mı? Adı galiba Simeranya idi..... Çok kaliteli filmler gelirdi. Ailece locadan izlemek büyük keyifti........

54 ATA ERDENER....))
Evet orta okuldaki numaran...Şener olsaydı tüm sınıfı sayardı....Bende unutmadım çoğunu...27 necibe 35 pervin...40 figen...523 erol.....253 ugur.....842 tuncay.....
130 derya..131 engin aral....
Seni tekrar gördüğüme çok memnun oldum....
Saçlarımız beyazladı...seninde ama hiç değişmemişsin....
Bu arada şenerinde numarası 377
Ali Erdener..Sabiha Ceylan...Şerif Egeli..Mehmet Aydın...Ayla Tut...Bedenci Nejdet Bey....Türkan ve Vedat Berk....şu anda hatırlayabıldıklerim.
Vefat eden hocalarımıza tanrıdan rahmet diliyorum....
Ne güzel günlerdi.....Çok degerli insanlardı....
Görüşmek üzere...tekrar aramıza hoşgeldin....
Ugur Guler Karşıyaka Orta Okulu (Şube)
1-2-3 A....253

Hoşgeldiniz Sevgili Ata ERDENER

Lise 1.de aynı sınıftaydık. Siz Serdan TOPUZOĞLU ve Sait ADA ayrılmaz üçlüydünüz. Daha sonra sizler Fen Bölümünü tercih ettiniz. Bizler Edebiyat Bölümünü. Sevgili babanız Ali ERDENER de dersimize giriyordu. Doğrudur bir ara Erkan ATİK' le birlikte gıyabınızda sizlere sitem de etmiştik bir buluşma sırasında.. Sizler gibi değerli kardeşlerimizin bu sayfada görüş ve düşüncelerini paylaşması gerektiği konusunda Erkan ATİK' le hemfikiriz. Birkaç yıldır bu sayfalarda gençlere örnek olabilecek bir kültür- karlis kültürü-oluştu. Bu kültürün içerisinde öncelikle bizi eğiten öğretmenlerimize Saygı ve Şükran duyguları var. Bu kültürün içerisinde birbirleriyle uzun yıllar görüşememiş insanların buluşmaları ve birikimlerini paylaşmaları, eğitim ve öğretime devam eden Karşıyaka Lisesi'nin yeni kuşaklarına yön çizmek, onları onore ve motive etmek var. Anılarımız var pırıl pırıl. Kısacası bu kültürün içerisinde kişisel çıkarın ötesinde her türlü paylaşım, dostluk var. Karlis'in oluşturduğu sayfalarda daha ne hazineler bulacaksınız.. Fırsat bulduğunuzda biraz gezinmeniz yeterli..

"Anılar ki hayatın ziynetleridir" demiş sevgili İzmir'li şairimiz Dinçer SEZGİN. Ne de güzel söylemiş. Tekrar aramıza hoşgeldiniz.

Selamlar.

Cengiz KANAT 1973 K.E.L. 6 Ed.

Sevgili Cengiz, merhaba...

Şube tarihine girip, öğretmenlerden bahsedince ben de katılayım..dedim.Adlarını yazdığın öğretmenler 62-63 yılında, orta 3'de benim de hocalarımdı...Tabiat hocası ( Kuru ) Mehmet ÜNAL...Solucan'ın, Salyangoz'un sindirim sistemini ondan öğrendiğimi(!!!!) hala anımsarım...kendisi ile 84'lerde SHP'de birlikte siyaset yaptım.Cihan Türsen döneminde,(89*94) Karşıyaka Belediye Meclis üyesiydi..Şimdilerde sana yakın bir yerde, sanırım Zeytinalan taraflarında yaşıyor...Bende telefonu var, dilersen verebilirim...Vedat Hoca ve Necdet hoca da; ömürleri uzun olsun...hayattalar...Bostanlı'da oturuyorlar...Arasıra görüşüyoruz....Selam ve sevgiler....Recai ACAR-1968

Leventciğim,
Aynı rahle -i tedrisattan ben de geçtim, Pınar (Atik) da... Aynı hocalar...
Köşedeki sinemanın sahibi Asım bey'di. Adını doğru hatırlıyorsun. Simeranya, "hayal dünyası" demek...
Şube için biz pınarla şöyle bir t- shirt bastırmayı düşünüyoruz: "
I survived Şube!"
Kendi aramızdaki sohbetlerde biraz fazla
doğu bloku ile the wall tarzı okul olduğu gibi bir noktaya vardık. Neşesiz, baskıcı, toleranssız...
Okul gazetesine çıkmışlığım vardır. Saruhan hoca'nın coğrafya sınavı için avuç içlerimi sırma gibi, avusturyanın yüzölçümü vb. gibi kadri bilinmemiş bilgilerle doldurmuştum. Yakalanmış ve sahildeki fotoğrafçıda ellerimin resimleri çekilmiş, gazetede" bu ellere ne yapmalı?" başlığıyla yayınlanmış, daha sonra disiplin kuruluna verilmiştim.
Rıdvan Kızılkanat adlı "öğretmen "de beni din dersinden, evet bildiğin din dersinden sınıfta bırakmıştı. Hem matematiğe gelir, hem de ek din dersi verirdi. Böylece ben 4 dersten sınıfta kalmıştım. Bu okul hayatımın kırılma noktasıdır. Sonrası malum, orta okul 5 yıl, lise 5 yıl, üniversite ODTÜ ve SBF yıllarca olmak üzere okudum atıldım durdum. Hırsızın hiç mi suçu yok? var tabii, ama 13 yaşında bir çocuktan bahsediyoruz...
Oof, oof efkarlandım Leventim...Fırat


Sevgili Fırat ;

Şube'den söz açmışken, ben de 1970-1973 arası oradaydım.

Ablam :Dt.Ülkü Ayaz(Karlı)

Ağabeyim:Dr. H. Erden Ayaz(Karşıyaka Lisesi 1975 Mezunu)

Küçük Dt.Oya Ayaz (Seviçli) da Şube mezunlarıdır.

Senin söz ettiğin Rıdvan Bey'in soyadı Kızılkanat değil,Kanatkıran idi. Kendisi Şube'de attığı sıra dayakları ile ünlü idi.(Sıra dayağı bir sınıfta bir yaramazlık olunca ,,bütün sınıfın dayak yemesi oluyor.Bizi hiç okutmadı ama ,öğrencilerin iki elini öne uzatmasını söyler,her elin parmaklarını uçları birbirine değecek şekilde birleştirtir ve cetvel ile kuvvetlice parmak uçlarına vururmuş.)

Beni okutan hocalarım:

Türkçe:Sabiha Ceylan,Hamit Şevket Yiğit

Sosyal Bilgiler:Saime Nayman,

Matematik:Hulusi Gencer''Lakabı:Tüysüz''idi.Günşen Odabaşı

Fen Bilgisi:Sevgili hocalarım:Ali Ödemişli,Kadriye Güçlü ve

Ramses lakaplı=Melih bey

İngilizce:Cemal Asan

Beden Eğitimi:Sabiha Hanım,Türkan Eryılmaz

Resim -İş :A)Resim'e:Japon lakablı hocamız(Adı galiba :Önder Arıkan idi.

B)Ev-işi dersine:Ganimet Tellioğlu;Nevzat Ulukaya

Müzik:Adnan Kopuz,Selim Önder

Tarım,ticaret:Hulusi Gencer

Müdür:Vedat Berk

Müdür yardımcıları:Erol Ataşen ve Necdet Aryol idi

adını hatırladığım bazı hocalar:

Türkçe ve beden eğitimi:Nihat Taragay

Türkçe:Hüsnü Sebik

Saruhan Aksoy

Figen Giray

Nuran Dinmezel

Fırat'cığım hiç bir fedarkarlıktan kaçınmıyarak sana (Karlis'e çok emeği geçen ve gerçek dost eli olarak sıkmaktan gurur duyduğumuz!)ellerini ünlü yapan K.O.O Gazetesini ekte

sunuyorum.

Bu arada şunu da yazmadan geçemeyeceğim:1990 yılından beri(yani yirmi bir yıldır.) ben ,Şube'de ayni sınıfta okuduğum kız arkadaşlarımla kışın her ay toplanıp, çok güzel bir arkadaşlığı devam ettiriyoruz. Ayrıca içimizden birinin kaybı olduğunda cenazelerde, kendisi( veya şimdi artık çocuğu )evlendiğinde düğünlerde ,kısaca her vesile ile iyi ve kötü günlerimizde biraraya geliyoruz.

Şube 'den yolu geçmiş tüm arkadaşlarıma Saygılarımla..

PINAR ATİK

Merhabalar arkadaşlar,

Ben de 1963_1966 yıllarında 181 numaralı öğrenci olarak şubede okudum.Orta 1'de bahçedeki barakada idi sınıfımız.İlk sene matematik dersine müdürümüz Vedat Berk gelmişti, daha sonraki yıllarda ise Süleyman Çokak.Türkçe dersine Türkan Hanım geliyordu.Beden Eğitimi öğretmenlerimiz Necdet ve Hamit Beyler idi. Tarih dersine Saruhan Aksoy,Coğrafya dersine Saime Nayman geliyordu.Tabiat dersinin otoriter hocası Mehmet Ünal idi.Kızdığı zaman ''ulan babayınızın faprikası mı var'' diyerek azarlardı bizleri.Ama haklıydı.Bütün azarlamaları bizleri geleceğe hazırlamak içindi.Bir de çok sevdiğim Fransızca öğretmenim Refik Beyi hatırlıyorum.Vedat Berk'e hocam dendiğinde çileden çıktığını ve bana öğretmenim diyeceksiniz,ben cami hocası değilim diye bağırarak kızdığını anımsıyorum.

Adını hatırlayamadıklarımdan özür dileyerek bütün öğretmenlerimi her zaman çok sevdiğimi ifade etmek istiyorum.Hayatta olanlarına sağlıklı uzun ömürler diler ve hürmetle ellerinden öperim. Bu alemden göçmüş olanlarına Allahtan rahmet dilerim.Selam, sevgi ve saygılarımla.

Dr.Kemal Aydın KEL 69/1657

Sevgili Fırat ;

Sen zaten ''Şube Haftası''nı başlattın bile...Ben de katkıda bulunmaya çalışacağım. Sanıyorum Karşıyaka Liseliler arasında çok sayıda şube kökenliler var.Onlara da açık çağrı yapalım. Hafızaları yokladıkça bakalım neler çıkacak.Erdal ağabey'e ve yaşadığı yere ,birlikte geçmişi paylaştığı insanlara vefa gösterenlere saygım sonsuz.Ben hatırladıklarımı yazarım ,ama iki şey için daha başlangıçta çekincem var.

1)Çiçek-böcek diye eleştiren arkadaşların şimdi bir de şube anıları ile kafasını şişirmiş olmayalım!!Sonra bu anlatılanların Karlis'le ne ilgisi var demesinler!!

2)Tüm hocalara saygımız sonsuz ama bir de gök kubbede hoş bir seda bırakanlar ile zaman zaman hakkettiğimiz veya bazen de hiç hakketmediğimiz halde çocuk yüreklerimizde,(kırılan gururlarımız ile,uğradığımızı düşündüğümüz haksızlıklar ile )çentikler bırakanları aynı kefeye koymak da ilk gruptakilere haksızlık yapmak olmaz mı?Anlatacağımız anılarda her iki

gruptan örnekler olacak.Çünkü çocukların aklında en çok kalan olaylar ya onlara yapılan iyiliklerdir,ya da kötülükler.Diğer detaylar kolayca unutulur,gider..

Bir sürç-ü lisan yaparsak şimdiden affola !!

Önce meşhur gazete hakkında bilgi vereyim: Ben okulda gazete kolundaydım.Bir duvar gazetesi çıkarıyorduk.Okul binasının ,önünde bayrak töreni yapılan ve öğretmenlerin girdiği kapısından normalde öğrencilerin girmesine izin verilmiyordu.Biz ancak o kapının merdivenlerine bir kaç basamak çıkarak fotoğraf çektirebiliyorduk.Benim de o merdivenlerde çok resmim vardır. Öğrenciler daha sağda ve içerlek kalan kapıdan girebilirlerdi.

İşte o kapının hemen solunda duvara asılı bir camekan içinde duvar gazetemiz vardı.1971'de Türkçe öğretmeni Nihat Taragay'ın öncülüğünde bir okul gazetesi çıkarılmasına karar verildi.Gazetenin ismine bir türlü karar verilemedi.Sonunda öğrencilere soralım denildi. Bir isim yarışması yapıldı. Sonunda gazetenin isim babalığını 1-A sınıfından 829 Nolu öğrenci: Nadir Öner kazandı ve BİZDEN SİZE isimli okul gazetesi 19 Mayıs 1971'de ilk sayısını çıkardı.Gazetenin isminin altına da 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'na ithafen:TÜRKİYE GENÇLERİNDİR kelimeleri yazıldı.Sevgili Fırat (1971-2011arası)tam kırk yıl sonra senin tesadüfen yazdığın bir mail sayesinde ,ben bu gazetedeki ellerin sahibinin sen olduğunu öğrendim.Ne kadar ilginç değil mi??

Bizim gazetemizde , ŞUBE'NİN TARİHİ aynen şöyle anlatılmıştı:

“KARŞIYAKA ORTA OKULU 1932 yılında Bostanlı'da kiralanan bir binada tedrisata başlamış,ertesi yıl 3.8.1933 tarihinde GERMEN AİLESİNDEN vekaletimizce satın alınarak

iki dersane,bir merdiven,bahçede kız ve erkek helaları ilavesiyle tadil edilen Kurtuluş Sokak 20 numaradaki 7dersaneli binaya taşınarak normal tadrisata başlamıştır.

Karşıyaka nüfusunun yıldan yıla artması üzerine,öğrenci akışı gibi sebeplerle,bu bina ihtiyacı karşılayamaz hale gelmiş, ilk önce 1938'de kiralanan ve1942 yılında da istimlak edilen ayni sokaktaki 53 No. eski Fransız Dame de Sion Okulu (halen Kız Enstitüsü) binası da Ortaokul

( ŞUBE) olarak emrine verilmiş, her iki binada onyedi derslik ile tedrisata devam edilmiştir.

1945 yılında Ortaokulun Liseye çevrilmesiyle, Kurtuluş sokaktaki 20 No.lu birinci bina Lise olarak,istimlak edilen bina ise kalabalık olan orta kısım mevcudu ile 10 derslik olarak ikinci binayı teşkil etmiştir. ( Bilahare bu ikinci bina Kız Enstitüsü olarak tadrisata başlamıştır.)

Eylül 1949 tarihinde lağvedilen Kız Eğitim Enstitüsü binası Bakanlıkça Liseye tahsis edilmesi üzerine, Kurtuluş sokaktaki 7 dersaneli 20 No.lu ilk Ortaokul binası sabahçı ve öğleci olarak Orta kısım birinci sınıfların ve Lisenin ŞUBEsi olarak 1960 yılına kadar öğretime devam etmiş ve 1960-1961 öğretim yılından itibaren bağımsız KARŞIYAKA ORTA OKULU olmuştur.”

1-B 519 Pınar Ayaz (O zamanki soyadım.)

2 Aralık 2011

Sayın Pınar Atik,
Eşiniz malum şu sıralar meşgul, bu durumdan istifade fraksiyon yaratalım , "şube haftası" belirleyelim herkes hatıra defterinden birşeyler çıkarsın, sonunda Erdal ağabeyin "unutulmasına kıyamadıklarım" a koçbaşıyla taarruz edelim derim. Sonra ortadan kayboluruz. Ankara İlkokuluna girmiyorum bile... Ona da sıra gelecektir. Sizin "şubeliler" toplantılarınızdan dolayı torbanız dolu tabii. Biz daha hocaların adını karıştırır haldeyiz. Atik ailesine Allah "kollektif hafıza oluşturma, oluştururken de dayak yeme" cezası verdiğinden, bu da bir Atikgil olarak size düşüyor.
Hadi Pınar, ne olur Erdal ağabeyin bloguna şube anıları olarak girelim.
Fırat

Ramses kulağımla karışık favorimdeki saç kıllarını da birlikte tutmak suretiyle kafamı tahtaya vururken" bu saçlar kesilecek" diye bağırıyordu.
Kız erkek karışık okuduğumuzdan, ağlamak mümkün değildi tabii..
Gözlerimden şakır şakır yaşlar gelerek ama ağlamadan sırama oturdum.
Ertesi günü saçlarımı sıfır numara kazıtarak okula geldim. Bir de o tepki traşından dayak yedim.
O halimle arka bahçedeki dev okaliptus ağacının önünde meşhuur yeşil kazağımla kolumda nöb. öğ. kırmızı bandıyla çekilmiş resmim vardı.
Resim siyah beyaz, renkler hafızadan...
Yeşil kazak diyorum, o zamanlarda insanın iki kazağı, bir ceketi, 4 çift de çorabı olurdu... Ayakkabı bir tane "raf", bir tane de normal ya da sümerbank dedikleri siyah ayakkabı.
O yeşil kazak, benim alamet-i farikam olmuştu. Kardeşimden daha çok yaşamıştır...
***
Babam eğitim hayatımda sadece hayatımda bir defa okula gelmiştir, şubeye kayıt olurken...
İşlemler bitmiş, sıra bahçede torbadan yabancı dil için kura çekmeye gelmişti.
Elimi daldırmamla tokadı yemem bir oldu. "oğlum sağ elinle çeksene"..
Kendisi de solak olan babam benim solak olduğumu unutmuştu.
Diğer elimle çektim: Fransızca !

O zamanlar ingilizce yavaş yavaş şaha kalkmaya başlamıştı, babam çok bozulmuştu. Söylene söylene evin yolunu tuttuk.
O anı hiç unutmadım.
Bütün derslerim kötü ile vasat arası giderken, Refik Suna gibi sert ve disiplinli bir hocadan hep 9- 10 aldım.
Hatta beni kültür ve sanat kolu başkanı yapmıştı.
Bir gün okulu kırdım, Efes sinemasına gireceğim, tam kapıda sınıftan bir kız beni gördü.
Gidip hocaya söylemiş, o gün de kültür kolunun toplantısı varmış meğer...
Ertesi günü hoca beni çekti, bir azar bir azar... "Oğlum, kültür kolu toplantısı var, seni adam sandık başkan yaptık, toplantına gelmiyorsun sinemaya gidiyorsun, niye?"
Durdum, durdum, cevabı yapıştırdım: "Kültürüm artsın diye" Önce hiddetlendi, sonra hafifçe bir gülümseme geçiverdi yüzünden, defetti başından beni...
Artık karizma gitmişti... Bir daha da geri gelmedi, ormandaki tek ağacımı da yakmıştım.
***
Havuzda seçmelere gideceğiz, Sungu, ağabeyi filan da olmalı yanlış hatırlamıyorsam, bizim babası karayollarında çalışan Bitlisli - Karşıyakalı arkadaşımız vardı, Sezai; "ben de geleceğim" diye tutturdu. Hep beraber gittik alsancak kapalı havuza... Hikmet hoca düdüğü çaldı atladık cümbür cemaat yüzüyoruz, bir baktık, "sezai garip hareketler yapıyor... Meğer yüzme bilmezmiş, atlayıp kurtardılar...
***
Fırat Tuna (O zamanki soyadım, şimdi hanımınkini kullanıyorum fiilen de, kağıt üzerinde gene Tuna Pınarcığım...)
o kadar çok sınıf değiştirdim ki Sadece numaramı hatırlıyorum 478, sınıflarım genelde alfabenin son harflerine doğru giderdi...

Merhabaaaa,

Kimsenin pabucunu dama atacak değilim;amacım ''çanak tutmak''tı.Başardım da...

Aslında Fırat'ın yazdığı her konuyu bir de kendi gözümden yazarak (Özellikle Kar-Lis'teki ilk yazısı GÜLBEYAZ)hoş bir ikileme ,farklı perspektif ya da üçüncü göz filan gibi bişey yapma niyetindeydim ama onun kadar çalışkan(?)değilim galiba bu bir,bir de ;onca yıl sonra anlatılınca ne kadar hoş ve eğlenceli gelse de oldukça buruk hatta kekre bir tadı var ya ;ben o tada onun kadar dayanamıyorum sanırım.Nerede kabuk tutmuş yaram varsa kanamaya başlıyor.Ruhumun labirentlerinde kayboluyorum.

Şimdilerde koltuktan koktuğa atlayan,merdivenleri hızlı inen çocuğa bile ''hiperaktif''deniyor ya işte o hiperaktif çocuk bizim zamanımızda bilinmiyordu ve Fırat kelimenin tam anlamıyla hiperaktifti.Şimdi onlara üniversite sınavında ek zamanlar tanınıyor,ayrı odada tek başına sınava alınıyor filan.Bizim zamanımızda ise nerdeyse boynuna -ortaçağdaki gibi- yafta asılarak dolaştıtılıyordu.Ben de çok yaramaz bir çocuktum.Pınar'ın ablası sınıf arkadaşım Ülkü (hem şubede hem de allahın cezası Karşıyaka Kız lisesinde) şahittir. O nedenle öğretmenler gününden nefret ederim.Hepsi tabii ki değil ama çoğu faciaydı. Başta ilkokul öğretmenim(asıl Fırat'ın öğretmeni Münire Gada ;bir anlatsa yaptıklarını,dudağınız uçuklar,korku filmi gibi) olmak üzere çoğunu lanetle anıyorum.Kelimenin tam anlamıyla çocukluklarımızı karartmışlardır.Pedogojinin ''P''sini bilmeden mezun olmuşlar ,çocukluklarımızı karartmak üzere görevlendirilmişlerdi adeta ama haklarını yemeyeyim bilgileri tamdı. Hala Kuzey Buz Denizinden başlayarak Karadeniz'e kadar bütün nehirleri -kollarıyla birlikte hatta- tek tek sayabiliyorsam ''Sıfırcı Nevin”in sayesindedir:)) LAKİİİN,Saruhan baba , MR:Ok ,Mehmet Ünal(kuru) gibi inanılmaz hocalarımız da olmadı değil.Hatta İşletme fakültesini bitirdiğim halde ikinci kez Güzel Sanatlara gidip -üşenmeden bir dört yıl daha okuyup- sinemacı olmama sebep de MR:Ok'dur ama o başka bir yazının konusu.

Püren Dinçer ( Fırat Tuna’nın kardeşi)



Benden de bir tutam katkı olsun konuya:

1952 yılının gözü nemli bir güz sabahında alınyazımın beni sürüklediği orta öğretim hayatına mak'us talihimde bir dönüş olabileceği umuduyla giriş yaptığım gün ilk gözüme çarpan şey, cümle kapısının sol tarafında bulunan kulübemsi bir dükkan ve camekanında tepsi içinde kesilmiş parçacıklar bulunan şambali tepsisi olmuştu.Gür bir ses şöyle bağırıyordu:Şaaammmbaliden taaat! İşte Bekir ağayı tanımam böyle gerçekleşti.Derslerden ve sevgili öğretmenlerimden daha fazla ilgi duyduğum kişiyi yani...

Şube konusunda daha önce anlattıklarımı pas geçiyorum.Erdal kardeşim sanıyorum 'unutulmasına kıyamadıklarım'da bunları koruma altına almıştı. Mevlana'nın dediği gibi'şimdi yeni şeyler söylemek lazım'diyerek bir şeyler serpiştireyim:

Muavinimiz Emin Örenel hocaydı.Sevgili dostum Yener'in kayınpederi ve ilkokul öğretmenimin eşi. İki kez dayağını yedim.Birincisi, sınıf mümessili olarak,bu makamın bana verdiği sanısına kapıldığım yetki ve ayrıcalığın büyüsüne kapılıp ,boş geçen bir derste'gidin ulan dışarda oynayın,bana da on kuruşluk bi şambali alın,tarçını bol olsun'diye arkadaşlara izin verdiğimde gerçekleşti.İkincisi işe hoca bana çizelgelere notları geçirme görevi verdiğinde çizelgeleri mürekkebe bulamam nedeniyle birkaç şamar şeklinde tecelli etti idi.Diğer hocalara gelince:

Tabiat bilgisine Süleyman Arıkan gelirdi.Tarım-iş dersini de ondan görürdük. Ondan aklımda kalan 'Yarım meyve bile vitamin ihtiyacınızı karşılar' ve 'ısrar etmeyin bana traktör markası söyletemezsiniz, reklam olur' deyişleridir. Marshall planı gereğince,daha sonraki yıllarda yedek parçadan maliyetlerini kat kat çıkaracakları traktörleri hibe olarak verdikleri yıllardı dost ve müttefikimizin o günler.

Matematik hocamız sevgili Şerif Egeliyi anlatmıştım.Müzik hocamız Suat hanım,coğrafya hocamız Nadide hanımdan da söz etmiştim.Yurttaşlık Bilgisine Talat Sürenkök gelirdi. Emekli hakim olduğu söylenirdi. Her tarafından otorite ve saygınlık akan bir beyefendiydi.Yolda gördüğümüzde esas duruşta selam verirdik. O da şapkasını çıkarıp ağzını ritmik şekilde açıp kapayarak selamımızı alırdı. Ertesi yıl müdürümüz Cemil Bayarda da aynı davranışı görerek garip bir 'deja vu' olayı yaşamıştım.

Türkçe öğretmenimiz Sebahattin beydi. En sevdiği öğrencisiydim onun. İngilizceye Kemal Batu gelirdi. Sıraya dizip sorular sorar ,ona göre not verirdi.Faucett diye birisinin yazdığı kitabı okuturdu bize. Garip bir kitaptı Hintli çocuklar için yazılmış bir kitapmış.. Ertesi yıl hocamız T.Yaşamak bizi Gatenby'e geçirdi.Tarih öğretmenimiz Ayşe Edgüer idi. Bir gün sınıfa selamsız sabahsız ve de izin istemeden girdiğim için birkaç şaplak yemiştim.

Bütün bunlar daha sonraki yıllarda Sururi beyden yiyeceğim dayakların öncüsü, zemin hazırlayıcısı ve müjdecisi(!) sayılabilir. Bizi adam olmamız için döverlerdi güya.. Öyle olsaydı yaşam boyu yapa geldiğim hataları işler miydim hiç.. Tam tersi.Dayak özgüvenin katili oluyor sevgili okuldaşlarım..
Son olarak Resim öğretmenimiz Celal Uzelden söz edeyim. Kendisi gerçek bir sanatçıydı. Ayrıca çok alçakgönüllü ve hoşgörülü bir insandı. Öyle olmasa geçer not verir miydi benim eğri büğrü çizimlerime ?

Son bir not:Ferruh Kayıra sınıf arkadaşımdı .Ferruh Kayıra mevlam ayıra' diye gırgır geçerdik. Gerçekten erken kaybettik onu. Ruhu şad olsun ... Şener Baltepe

Şener Abimin ( benden bir yas buyuk ve bir sinif ondeydi) hafizasina hayranim. Butun hocalarimizin soyadini hatirladigi icin. Bense sadece onlarin ilk isimlerini ve/veya lakaplarini hatirliyorum. Kimi arkadaslarimin hosuna gitmese de, 1953-54 ders yilinda okudugum Sube I-A'daki hocalarimdan bazilarini sayayim izninizle:

Muavin Bey ve ayni zamanda Jimnastik hocasi: Kurukafa Emin (Ve de en fena dayakcilardan)

Cografya: Melahat Hanim. Cok guzel bir bayandi. Sabah ilk derse girmisse ders boyunca esnerdi. (Kocasi gene gece uyutmamis diye dedi-kodu yapardik) Balatcik koyunde yasayan ve hersabah tirenle okula gelen bir arkadasimiza yumurta ismarlardi.

Ingilizce: Enver Bey (Kibrisli) Kibris sivesiyle konusur ve cok kibar kufrederdi. Onun kafama soktugu Ingilizce yuzunden sonraki yillarda bu dersten 9'dan asagi not almadim.

Matematik: Posbiyik Serif - 5'ten yukari not verdigi gorulmus sey degildi.. Kufretmez fakat tatli tatli azarlardi.. Hic dayak attigini da duymadim..

Biyoloji: Sifirci Kazim - "Ne ziritiyonn lenn.. Yanina gelirsem o ziritan dislerini GIRARIMM.." (kisacik boyu yuzunden siniftaki uzun boylu arkadaslari ziplaya ziplaya tokatlardi)

Tarih ve Yurtdaslik Bilgisi: Orhan Edgüer - Halit Edguer'in kardesi (?) ve tarihci Ayse hanimin kocasi - Ayni zamanda Deli Sururi ile yarisacak derecede sadist.

Edebiyat: Neriman Hanim - Kizi Hacer de bizim siniftaydi. Karsiyaka yuksek sosyetesine mensup ve konken'de son derece usta oldugu rivayet edilirdi..

Muzik: Suat Hanim - Rahegan sokak (1710)ta tek katli bir evde annesi ile birlikte otururdu. Pencerenin onunde, sokaktan bir ogrencisinin gecmesini bekler, gorunce de eline bir alis-veris listesi ve para tutustururdu. En cok da gazete ve ekmek ismarlardi..

Hepsini rahmet ve sevgiyle aniyorum.. Dayak yediklerim dahil..

Faik SEYHAN

***********

İkinci bölüme Ortaokul marşımız ile başlayacağım.(bakalım bu marşı kimler hatırlayacak??)

ORTAOKULUM

Feyz alan gençlere,

Kutlu bir yuva.

Arkadaş koş katıl

Şen olsun ova.

Bilgili mutluluk

Zıt dumanlara.

Nurlu ol her zaman

Bak Yamanlar'a.

Ortaokulum en birincidir,

Yurt gerdanında,

Hoş bir incidir.

*****

Benim Şube'de okuduğum yetmişli yılların başında:

*Okula genellikle yürüyerek giderdik.Bizim evimiz Bostanlı Kağıtçı durağında olduğu halde , okula genellikle yürüyerek giderdim. Aileler günümüzdeki gibi ''çocuklarını ''besleme kazlar gibi ''büyütmeye çalışmazdı.Yani ev kapısından alıp okul içine kadar,okuldan alıp evin kapısına kadar ''servis ''olayı yoktu.Ekonomik durumumuz iyi de olsa asla yürümekten gocunmazdık. Hele okul yolunda birlikte yürüyebileceğimiz bir arkadaşımız da varsa bizden mutlusu olmazdı.

Benim okul yolum, Rahmetli Dr.Ziya Ertemer'in evinin yanındaki tarladan geçerdi.Maceralı bir güzergahtı.Bazı sabahlar köpekler,bazen koyunlar üzerime doğru koşar,ben de daha hızlı koşarak tarlayı geçmeye çalışırdım.

(henüz Bostanlı ile Aksoy arasında bir yol yoktu!!!)Bir keresinde bir Koç beni kovalayınca ,anneme olayı anlatmıştım.Ertesi gün pazar'dı ve annem benimle ayni yolu yürürken koç gene saldırdı.Annem beni korumak için kendisini öne atınca,koç annemi bacağından boynuzladı.

Daha sonra tarla sahibine şikayetçi olunca, hayvanını bağladı.Her geçişimizde koç gene üzerimize koşuyor ama ipi boynunu gerince durmak zorunda kalıyor,biz de rahatça geçebiliyorduk.O tarlada dolap beygirlerinin su çıkarmak için dönüp durduğu bir su kuyusu vardı.Tarla bu şekilde sulanırdı.Bir de fazla büyük olmayan bir yel değirmeni..rüzgarlı havalarda o kadar hızla dönerdi ki,kanatlarını göremezdiniz.Su kuyusu yanında yer alan iki çam ağacı vardı.(Bu çam ağaçları o tarladan günümüze kadar kalmayı başaran tek işaret.Şu anda Metin Aşıkoğlu İlkokulundan sahile doğru yürürseniz yürüdüğünüz yolu ilk kesen sokağın ortasında (trafiği biraz engellercesine duran iki yaşlı çam ağacı görürsünüz.İşte benim Şubeye giderken her sabah selamlaştığım,sevgili ağaçlarımdır onlar.

O tarlanaın bulunduğu yerden ,Nergiz'e kadar olan bölgeye eskiden ÇUKUR BOSTANLI denirdi.Bostanlı sahiline ve Bostanlı Camisi civarına da DENİZ BOSTANLISI denirdi.

Aksoy'un Girne ile kesiştiği(Ki o zaman Girne Caddesi de yoktu.Onun yerine her yağışta diz boyu çamura battığımız bir dere yatağı vardı.)köşede o dönem için o semtte göze çarpacak bir büyüklüğe sahip olan ÇAĞLAR Apartmanı vardı.Aksoy otobüsü o köşeden Aksoy'a dönerdi.Tam Apt.'nın önünde otobüs durağı vardı.Çağlar Apt.'ı o yıllarda o kadar havalıydı ki ''Çağlar durağında inecek var!'' demek hava

atmak gibi algılanırdı.(Çağlar Apt.halen yerliyerinde duruyor ama artık bir çürük diş gibi bakımsız ve viran...

Çağlar Apt.'nın karşı köşesindeki iki katlı evde Karşıyaka'nın Sivil Savunma Kılavuzu (Şimdiki çocuklar herhalde ne olduğunu bile bilmiyordur!)otururdu.

Şube'nin arka kapısı önünde gevrekçi(Ki içine tulum peyniri , domates ve yeşil biberi sadece dıştan bol görünecek kadar dizilmiş olan kumruları da satardı.),turşucu,şambalici,kağıttan külah içinde dağ çileği satanlar,kargıdan yapılmış sopaya takılmış elma şekeri satan seyyarlar eksik olmazdı.

Okuldan bizlere bu tür yiyecekleri almamamız yönünde yapılan uyarılara ve okula giriş saatleri dışında bu arka kapının kapatılmasına rağmen ,satıcılar yerlerini pek terk etmezler,çocuklar da her tenefüste okul kapısının parmaklıklarından

para uzatarak gene de alırlardı.

*kızlar siyah saten kumaştan yapılmış önlük giyerdi.Beyaz yaka takardı.En büyük sorun etek boyunda yaşanırdı.Eteğin boyunun en kısa dizin iki santim altında olması istenirdi ve her pazartesi ev işi öğretmenleri ve özellikle Türkan Berk tarafından kontrol edilirdi.

Tek tek hocanın önüne geçip ,hazırolda dururduk.Eteği istenen boyda olan sınıfa girebilir,eteği kısa olana ceza olarak hoca bir parmağını takarak eteği bastırılmış yerinden söker ,o kız öğrenci o gün yırtık etekle gezer,ertesi gün de eteğini uzattırıp gelirdi.

Etek konusunda bir kaç kez uyarılan bazı kızlar da,derse alınmaz,eve gönderilir,velinle beraber gel denilirdi.(Ama bu sıkı kurallara karşılık gene de kız öğrenciler ile başa çıkmak her zaman mümkün olmazdı.Çünkü bazı kızlar eteklerini kemer üzerine çekerek mini yaparlar,ama kontrol olacağını anlayınca kemerden aşağı salarlar dolayısı ile yakalanmazlardı.Saçlar ya çok kısa ya da iki örgü olurdu.(nedense at kuyruğu gibi bağlamak da yasaktı.)

Türkan Hanım'ın özellikle alınmış kaşlara hiç toleransı olmazdı. Kaş kontrolünde kaşını biraz bile alanı yakalarsa en ağır sözlerini sakınmazdı.Suat Hanım ise uzun tırnak yakalayınca bizzat kendisi uzun olan tırnağı ters ay şeklinde keser tırnağını uzatma cüretini göstermiş olan kız eve gidinceye kadar veya arkadaşlarından bir makas temin edinceye kadar iki yanı sivri ortası çukur olacak şekilde kesilmiş korkunç tırnakları ile dolaşmak zorunda kalırdı.

Karabacak dediğimiz kalın mus(=ne demek olduğunu hep merak etmişimdir!) çoraplar giyerdik.Erken gelişmiş bazı kızlar bu karabacak çoraptan nefret eder,okuldan çıkış vakti geldiğinde tuvalette üşenmeden her gün çorap değiştirirler ince naylon siyah çoraplarını giyerlerdi.(kulotlu çorap pek yaygın olmadığından , kulot lastiğini bacağımızın çapına uygun kesip iki ucunu düğümleyip çoraplarımızı bu lastikle sıkıştırır ama pek rahatsız edici bir usul olduğundan devamlı çoraplarımızı düzeltmek zorunda kalırdık.

Çünkü lastiği sıkı yapınca bacakta iz bırakacak kadar sıkar,gevşek bırakınca da çorap devamlı düşerdi.

Erkekler güya ceket -pantalon giymek,gömlek-kravat takmak şartı ile SERBEST giyinirlerdi.ama o zamanın şartlarına göre aslında bu serbest giyim filan değildi.Çünkü sanki her delikanlının bir forması vardı.Her gün ,hatta her yıl ayni ceket-pantolon ile okula gelirlerdi.Arkadaşlarınızı bazen ceketinin rengi veya deseninden tanıyabilirdiniz. Jimnastik dersi dışında spor ayakkabı giyilmesi yasaktı. Ama çocuklar spor ayakkabı giymeyi çok sevdikleri için Nöbetçi Öğretmene her yakalanışlarında ''Bu gün beden dersi var hocam''yalanını söylerlerdi.Kes dediğimiz,boyu bileğe kadar yüksek spor ayakkabıları ile okul takımında basket oynayan erkekler pek bir hava atarak dolaşırlardı.Çünkü normalde beden dersinde giydiğimiz ayakkabılar altı beyaz lastik,üzeri beyaz branda gibi bir kumaştan yapılmış ,beyaz bacıklı,pek uyduruk

ve gösterişşiz ayakkabılardı.ama iyi tarafı beyaz tebeşir ile boyayınca yeni gibi oluyorlardı.

Pınar ATİK (Ayaz)

****

Levent Ağabey'ciğim;

Katkılarına ve desteğine çok teşekkürler.Yolu Şubeden geçen herkesi katkı koymaya davet ediyorum.

*Türkan hoca derken Türkan Berk'i kastettim.(Prof.Türkan Süren bizim tıp fakültesinden hocamız.Eski Tabib odası başkanımız Orhan Süren 'in eşi)

*Çukur Bostanlı'ya KARA BOSTANLISI da denirdi,doğru.

Bu günkü kısma Müzik öğretmenlerimiz ile başlayacağım. Uğur Güler kardeşimizin sözettiği Müzik öğretmenimiz Adnan Kopuz 'u da anlatacağım.

Bölüm 3- MÜZİK ÖĞRETMENLERİMİZ:

1970 -71 yılında Orta 1'e giderken Müzik hocamız SELİM ÖNDER idi.Selim Bey daha çok müzik bilgilerini anlatırdı.Müzik neye denir?nota,portre,aralık,sol anahtarı fa anahtarı neye denir? Nota kıymetleri nedir? Sus işareti, ritm neye denir ?bunlar üzerinde dururdu. Öğrettiği müzik parçaları da:Ceddin deden,neslin baban, Köyüm Vatanım ''Vatanım,vatanım sen ne güzelsin,

Vermem seni yadellere,sen hep benimsin.

Atatürk'ten armağan oldun sen bana,

Gönlümde çağlayan ,coşkun bir selsin.

Soldurdun felek ,gibi kahramanlık ve yurt sevgisi ile ilgili parçalardı.

En son sene sonunda bize iki yabancı parçayı

öğretmişti: 1.Roses are red my love

Violets are blue...

Sucar is sweet my love.

But not as sweet as you.

(Türkçesi:Güller renk renk açar adlı parça)

2.Cowboy

Bak kavboylar geliyor,

atları elde.

Gazinoya girerler,tabanca belde

Kavga döğüş çıkarır orda.

Birbirlerini haklarlar,dönerler yurda.

Luislana,Orliyan Teksas illeri,

Sürü sürü sığırlar besler yerleri.

O,Suzanna sevimli bir kız

Çalar gencin kalbini ,sanki bir hırsız.

(tabii dikkat ederseniz bu konular o yılların milliyetçi ama bir o kadar da ''Küçük Amerika'' olan Türkiye'sinin eğitime yansımaları!!Yoksa bizim Şubede, Cow boy'la

ne ilgimiz olabilir???)

Orta 3. sınıfta ise bize VELİ YAHLIER isimli müzik öğretmeni gelmişti.Okulda biz yaşlarında, bir de kıvırcık saçlı,mavi gözlü bir kızı vardı:(Ayfer Yahlıer)Veli Bey

çok mütevazi bir görüntü ve ruha sahipti.Öğrencilere kötü bir davranışına hiç tanık olmadım.Saz çalar,kendi de söylerdi.Notu boldu.İlk öğrettiği türkü:

Hoş bilezik,hoş bilezik

Kolları da nazik.

ben yarimden ,ayrı düştüm.

Vay bana yazık,HEY!

Vay bana yazık!

Bu kadarcık türkünün solfejini doğru okuyana ve Müzik defterini düzgün tutana iyi notu hemen verirdi. Biz bu türküyü söylerken en çok HEY!kısmını severdik.

HEY! kısmında tüm gücümüz ile bağırırdık.Bu coşkuyu vermiş olmak ,Veli Bey'in hem çok hoşuna gider,hem de:''Böyle bağırır durursanız ,topyekün hepimizi bu

okuldan atacaklar'' derdi.

Veli Bey'in de bize öğrettiği:Sunalar

Serçeler

Ördek suya dalda gel

Madımak

gibi doğa temalı ,veya: Sarı zeybek

Dağ geçidi

Türkiye ''Türkiye,Türkiye

Benim güzel yurdum.

Seni çok severim.

Ben Türküm,ben Türküm.

**

Biz Türküz hepimiz.

Seni çok severiz.

Çok severiz,güzel Türkiye,

Güzel yurt.

Varol,varol ,varol.

gibi vatan sevgisi ve milliyetçilik temalı türkülerdi.Tabii Bu VAROL! kısmında biz gene okulu inletirken,Veli Bey sanki Türkiye'yi kurtarmışız gibi,gözlüklerininüstünden bize nemli gözlerle bakar ve ''afferin yavrularım'' derdi.Sanıyorum kendisi de bize yakın yaşta bir evlat sahibi olduğundan bize yaklaşımı da babacandı.

Şimdiii gelelim Adnan Kopuz'a...

ADNAN KOPUZ bize orta ikide geldi.Çok ilginç bir kişilikti.Orta boylu,biraz kilolu,iri olan başını biraz aşağıya eğik tutan,çok dalgın bir havada, sanki devamlı kendi dünyasında yaşarmış gibi bir insandı.Asla fazla konuşmaz,siz bir şey anlatırsanız

da dinlemezdi.Hemen hemen hiç gülmezdi.O kadar kendi dünyasına kapalıydı ki biz öğrencileri,ne zaman kızacak,ne zaman memnun olacak hiç anlayamazdık.

Diğer müzik hocaları ilk derse geldikleri gün müzik defteri aldırırken,Adnan Bey hiç müzik defteri istemedi.

O'nun tarzı farklıydı.A4 Boyutunda beyaz kartonlar hazırlamamızı ,yanımızda bulunmasını ,her derste bir parçayı bu kartonlara çok özenli bir şekilde yazmamızı ister ve parça ile ilgili ne kadar renkli ve resimli süsleme yaparsak o kadar iyi not verirdi. Ancak kartonunu getirmeyi unutmak,Özellikle '' kartonun köşelerinin kıvrılması''ve

özensiz,kartonun her tarafını kullanmadan yazılması onu deli ederdi.Hemen sınıfa girince hemen sağda Karatahtanın yanında yer alan içinde tahtadan yapılmış,cetvel,pergel,gönye üçlüsünün asılı bulunduğu panoya gider,eline hangisini geçirir ise onunla öğrencinin ellerine ,kollarına vururdu.

O zamanlar sınıflarda herkes tahtayı rahat görebilsin diye SINIF ÖĞRETMENİ (denilen her sınıftan sorumlu bir öğretmen olurdu!)öğretmenler tarafından boy sırasına göre oturtulurduk.Yani kısa boylular en önlere,uzun boylular arkaya..

Genelde sıralar üç kişiden oluşur ama kızlı erkekli olmazdı.Bir sırada üç kız veya üç erkek olurdu.

Sadece bazen istisna olarak öğretmen çok konuşan veya çok tenbel bir erkek öğrencinin yanına ,sessiz ve çalışkan bir kızı CEZA OLARAK oturturlar,ondan

feyz almasını isterlerdi.

Adnan Hoca'ya dönersek genellikle sınıfın ön taraflarında dolaştığı için en önde oturan ,ufak tefek üç erkek arkadaşımızı (Cavit Yılma,Mustafa Ali Göktaş ve Aşkın Altıparmak) zıt bellemişti.İlk onların kartonlarını kontrol eder,eğer en ufak bir kusur görürse döverdi.

Bu durum beni çok rahatsız ederdi.Çünkü bu üç çocuk da gayet iyi kalpli ,çalışmaya gayretli ,hiç asilikleri olmayan arkadaşlarımızdı. Onların hep dayak yemesini içime

sindiremez,hoca o tarafa gidip bir eksiklerini görmesin diye parmak kaldırıp,konu ile ilgili mantıklı soruları,ciddiyetle sorup,hocayı benim bulunduğum yöne çekmeye ve

oyalamaya çalışırdım.Bir defasında bir gönyeyi döverken Cavit arkadaşımızın üzerinde kırmış,''söyle babana gönyenin parasını göndersin'' demişti!!

Ama bunun yanında eline aldığı mandolin ile bize napoliten şarkılar,gitar ile de inanılmaz güzel İspanyol melodileri çalar,Rodrigo'nun gitar konçertosunu o çalarken

gözlerimiz nemlenirdi.Ayni anda ağzı ile ağız mızıkası, bir eli ile ispanyol gitar çalardı.Hiç diğer müzik hocaları gibi şarkı türküler veya müzik bilgisi öğretmez,klasik müzik,hafif batı müziği,napoliten ,İspanyol müziği örnekleri ile bizi şaşırtırdı.Müzikte çok yetenekliydi.Ona eşlik ettiğimiz parçalarda bile ingilizce söylerdik.Onun derslerine acaba bu gün ne yapacak diye korku ve merakla girerdik.

Ben ispanyol gitar çalarken bu kadar romantik olan bir adamın,bir kartonun köşesi kıvrılmış diye nasıl bu kadar şiddet uygulayabildiğini anlayamazdım.

Korkudan bütün sınıf en büyük boy (Çarpı işareti gibi olan)ataşlardan almıştık.Kartonlarımızın köşelerine takardık.Beni hiç dövmedi,azarlamadı,ben resim yapmaktan da hoşlandığım için hazırladığım kartonlara hep 10 verdi.

Hatta çok beğenirse 10 rakamı üzerine üç tane de yıldız çizerdi .Bana batı müziği ve klasik müziği sevdirdi.Bestecilerin hayatını ve bestelerinin hikayelerinin neler olduğunu öğrenmemi sağladı ama ben ufak kusurlar yüzünden dayak yiyen arkadaşlarımı bu gün bile içim üzülerek hatırlarım.Bu gün karşılaşsak Adnan Kopuz hocama şöyle seslenmek

isterdim:

Keşke dövmeseydin be Adnan Hocam!!Seni sadece güzelliklerle anabilseydik.

Bölüm 4 Tabiat bilgisi hocalarımız:


Kadriye Güçlü:

Sanıyorum hakkında tek bir kişinin bile kötü bir hatıraya sahip olmadığı bir hocamızdı.Kendisi ,ablası Lütfiye Güçlü ile beraber,kendi yaşamlarını eğitime adamış,
Cumhuriyet dönemi öğretmenlerindendi.Bize geldiği yıllarda anneannem yaşında olmasına rağmen,son derece dinamik, zeki,öğretmeye hevesliydi. Bana :ben senin anne-öğretmeninim
derdi.Çünkü ''Sanıyorum ''Kız Muallim Mektebinde Annemi; Şube'de ablamı,ağbimi okutmuş ve sıra bana gelmişti.
Oldukça kısa boylu,orta şişmanlıkta,bembeyaz,pamuk gibi,kısa saçlı,yuvarlak gözlükleri gerisinden zekice bakan, güleç yüzlü,herzaman ciddi ve temiz giyinen ama hiç süslü olmayan, ince ve değişik bir ses tonu ile konuşan,sevimli bir öğretmendi.
Dersini canı gönülden anlatır,öğretebilmek için üstün gayret sarfederdi.Dersi anlatırken lafını bölüp soru soranlara bile kızmaz,çucum ben anlatayım,sen dinle anlamazsan o zaman sor derdi.Bir çocuk bir konuyu anlamadım derse (Ki başka hiçbir hocamıza ben anlattığınız dersi anlamadım, demeye cesaret edemezdik.)defalarca bıkmadan anlatırdı.Onun sayesinde köklü bir tabiat bilgimiz oldu ve tabiatı sevdik.

Ablası Lütfiye hanım da; onun daha irisi, gene pamuk-beyaz saçlı ve gözlüklüydü. Şube'ye çok yakın bir apartmanda otururlardı.İkisi de hiç evlenmemişler ama bir kızı evlatlık almış onu yetiştirmişlerdi. Ayrıca yeğenlerini de evlatları gibi severlerdi.


İkisi Karşıyaka çarşısında hep birlikte yürürlerdi.Öğrencileri onlardan PAMUK NİNELER diye bahsederdi.
Hiç unutmuyorum,orta okulda bir gün bayram ziyareti için evlerine gittim.Bir büyük demet nergis ile kapılarını çaldım.Beni torunumuz gelmiş diye karşıladılar ve salona girdiğimde gözlerime inanamadım.Salon bir çiçek bahçesine dönmüştü ve mis gibi nergis ve sümbül kokuyordu. Benim çiçeğimi koyacak vazo bulamadılar (o zamanlarda üzerini kesip vazo olarak kullanılacak pet şişeler de daha icat edilmediğinden) su içtikleri sürahiye koydular. (Öğrencileri bayramda ziyaretlerine gelip, evleriniçiçek bahçesine çevirmişlerdi.) Bana bir kahve pişirdiler ama ben o zamanlar daha Türk kahvesi ile tanışmamış olduğumdan,hayatımın ilk kahvesini hocamın elinden içmiş oldum. Çaydanlığın altında kaynamış sudan pişirildiği için köpürmediğini söyledikleri zaman da ''Türk kahvesinin köpüklü olması istenirse,kaynamış su ile pişirilmemesi gerektiğini'' öğrenmiş oldum.


Kadriye hanım çok uzun yıllar yaşadı.Ben Bostanlı'da hekimlik yaparken benim hastam oldu.Hastalığında ve yaşlılığında erkek kardeşinin eşi Atıfa Hanım ve ailesi tarafından Mavişehir'deki evlerinde özenle bakıldı. Mavişehir'de bakıldığı evde de ziyaretine giderdim.Hep annemi sorardı.Tansiyonu çıkmasın diye ''annemi kaybetmiş olduğum halde'' size selam ve sevgileri var hocam; benim için ellerinden ve yanaklarından öp dedi diyerek,öperdim. Çok mutlu olurdu.100 yaşına yakın yaşadı.Hocamı rahmetle anıyorum.


Tabiat bilgisi öğretmenimiz Melih Bey:

Kendisi çok zayıf ve uzun boylu olduğundan Ramses lakabı ile anılırdı.Hep ayni kahverengi ,dar takım elbisesini giyer,daima bir eli pantolon cebinde ,diğeri Red-Kid gibi sigarasında olurdu. O zamanlar AKP olmadığından sınıfta da sigara içerdi.İri ve sigaradan sararmış dişleri vardı.ince uzun siması hiç gülmezdi. Dersi fazla anlatmayı sevmez,ama şekil çizmeyi çok severdi.İki konuda çok gelişmişti.


1)Şekil çizmek:her iki eline ayni anda birer tebeşir alır,üstten başlayıp bir çemberi bir çırpıda çok düzgün şekilde çizebilirdi.Her renk tebeşiri kullanır, şeklin her parçası ayrı renk olurdu.Onun çizdiği anofel=sivrisinek,mercan kesiti gibi şekiller bu gün bile aklımdadır.kendisi titizlikle çizdiğinden sınavda da düzgün çizim ister,yoksa not vermezdi.
2)işitme duyusu çok gelişmişti.Sınıfa arkasını dönüp şekil çizerken en ufak bir konuşan olduğunda hızla geri döner,elindeki tebeşiri hiç şaşmadan tam da konuşanın kafasına atardı.Hedefi
hiç şaşmazdı.
Melih Bey'in Kolleksiyon ödevleri meşhurdu.Her sömestr tatilinde 2 kolleksiyon yapmamızı isterdi.Bize bir yaprak ,bir de tüy kolleksiyonu yapma ödevi verdi.O sömestr tatilimiz yaprak
toplayıp kurutabilmek için ağaç tepelerinde;Tüy (Kuş çeşitlerinden koparılmış tüyler!!)kolleksiyonu yapabilmek için ördek,tavuk, güvercin peşinde koşarak geçti.Bir gün tatil yapamadık.Ama hayvanat bahçesinden aldığım,tavuskuşu tüyü ,keklik ve çulluk tüyünün yüzü suyu hürmetine bana 10 verdi.Kolleksiyon öyle bir kaç tüy ya da yaprakla olmazdı.Beyaz ,çizgisiz bir harita metodu doldurmamızı isterdi.Aramızda fazla topladığımız yaprakları değiş-tokuş yaparak kolleksiyonumuzu zenginleştirmeye çalışırdık.Sınavlarında kulakları çok iyi duyduğu için kopya çekeni,fısıldıyarak kopye vereni hemen yakalardı. Öğrenciyle hiç konuşmaz,yüzümüze de pek bakmazdı.Pek dövmemesine rağmen,öğrencilerin hep çekindiği ,hiç iletişim kuramadığı bir öğretmendi.Ama renkli ve şekilli öğrettiği için, öğrettikleri kalıcı oldu.

Sömestr Tatili

O yıllarda sömestr tatilleri öğrencilerin dinlenip, eylenebildiği zaman parçaları olmazdı.Çünkü her hoca sanki sadece kendisi veriyormuşçasına yüklü sömestr ödevi verirdi.

Tüm ödevler hakkıyla yapılırsa:eğlenmeye zaman kalmaz, yapılmazsa:ikinci dönemin daha ilk günleri azar ve cezalarla başlardı.Ödevler: kolleksiyon hazırlama,bir romanı okuyup özetini A 4 Kağıtlarına mürekkepli kalem ile yazıp,bir karton dosyaya koyma,(Kızlar bu dosyalara kurdela bağlarlardı, oğlanlar ise genellikle bir kağıt yumağı halinde verir,hocadan bari sayfa numarası yazsaydın,ben bilmece mi çözeceğim diye azar işitebilirlerdi.)Günlük tutma,Harita çizme vb gibiydi.O yıllarda öğrencilerin kendi arasında bir konuşma dili vardı.Örneğin:

*Kaç kırığın var?

*hoca bana taktı.

*Kurtarma yazılısı

*hoca ona torpil geçiyor.

*Kurul kararı ile geçtim.

*Hocanın söylediği söz,çok gücüme gitti.

*Ezberci öğrencilere:inek denmesi

*Gözlüklüyse:dörtgöz

*Jimnantik dersi yerine:beden

*yakışıklı,şık giyinen çocuklara:canti

*ifteharlık öğrencilere:iftarlık

*ben sana gösteririm. vb..

*gününü görmek veye birine gününü göstermek

*kuran çarpsın.İki gözüm önüme aksın ki..

*Elektirikler söndüğü için ders çalışamadım.

Bir çok öğrenciye ve öğretmene lakab takılır.Bu lakab inanılmaz bir hızla tüm okula yayılır,hatta bir süre sonra akılda sadece lakabı kaldığı için,asıl adını bile kimse hatırlayamazdı.Örneğin:

Kuru, japon, Ramses, Tüysüz, Sıfırcı......, Mayk ,vb..

Biraz tehdit ve ihbar mekanızması vardı.Problemlerin sebebi gözardı edilir,olumlu çözüm yolları bulmak için kafa yorulmaz, genellikle tehdit,korkutma yöntemleri sıkça kullanılır,tehdit fayda

etmiyorsa hemen o kişi ispiyonlanırdı.

Bak, ben seni hocaya söylemezsem!!denirdi.

Tabii o dönemin iyi tarafları da vardı.Ekonomik durum ne olursa olsun,aileler parası ile hava atmaya çalışmaz,çocuklarına da tutumlu ve mütevazi olmayı öğretmeye çalışırlardı.Bir önlük,

dikilirken büyük dikilir,üç sene kullanılır,bir tahta kalem kutusu ilkokul birde alınır,bazen lise bitimine kadar kullanılırdı.(Bu tahta kutuların üç gözü ve kayarak kapanan ,üzerine bazen bir şekil

yapıştırılmış kapakları olurdu.İçine sadece iki kalem bir silgi alacak büyüklükte yapılışı bile tutumluluğun bir göstergesiydi.)

****

Sevgili Pınar'ın bu güzel yazı dizisine aklıma geldikçe ekleme yapayım:

- Türkan Süren hoca kızların etek boyuna çok fena halde kafayı takmıştı. Etek boyunun kısalığı nedeniyle herkesin gözü önünde fırçaladığı kızlara: '' o.... u olmak istiyorsanız gidin k.... ye, siz erkekler canınız bacak- et seyretmek istiyorsanız gidin kasaptan bir but alın, onu seyredip okşayın'' şeklinde konuşurdu.....

- Aksoy apartmanının bulunduğu alan, özellikle yan tarafındaki arsa- incir ağaçları bizim uzun yıllar oyun alanımızdı. O zamanlar abilerimizden bize futbol oynama sırası gelmezdi. Bizim yaştakiler daha çok sokak aralarında minyatür kale oynardı.

- Girne bulvarının Bostanlı tarafı ise tümüyle meyve ağaçlarıyla kaplıdı. Zaman zaman göz hakkımızı tahsil ederdik.... Televizyonda Öyle geçer zaman ki dizisinde bir çocuk var. Yaşlı komşusunun bahçesindeki incir ağacından meyva koparırken annesiyle yaptığı konuşmalar, bana çocukluğumda yaşadıklarımı anımsatır....

- Sözü edilen spor ayakkabılara cızlaved denirdi galiba... İlişikte tebeşirle boyamakta gecikilmiş, o dönemden - eşime ait- bir çift ayakkabı mevcut. :)

- 3 yıllık ortaokul yaşamımı bir deri ceket ve lastikle boyna takılan bir kravat ile tamamlamıştım...

- Çukur Bostanlısı'nı ben Kara Bostanlısı olarak anımsıyorum...
- '' BESLEME KAZLAR'' tanımlamasına bayıldım...

- Ortaokul marşımızı anımsayamadım... :(

- Arkasını sabırsızlıkla bekliyoruz..... Kalemine sağlık Pınar...

Selam, sevgi ve saygılarımla...

Levent Çanakkalelioğlu

****

Adnan Kopuz...müzik hocamızdı...
Enteresan bir adamdı...müziğe çok düşkündü....
Bir orotoryo...(yanlış yazmış olabilirim..))....yazdım derdi hep...Hala aklımda..

Gelmeliyim ben acaba..
Toplantıya kattım caba...
Her taraf çiçekle dolmuş bak....
İster kokla ister göğse tak....
Almalıyım ben ödülü....
Koparmayın ha. ödümü...

Güftesi hala aklımda...Sanırım çiçeklerin güzellik yarışmasıydı...
Tabi devamı vardı....hatırlamıyorum onları....

Birde tabiat bilgisi öğretmeni Nurettin beyi anımsıyorum...
Tabiata aşık çok romantik sevimli bir ihtiyardı...
Ben derdi....çalışırken masada bir yaprak olsun
onun yeşiline bakarak çok mutlu olurum....

Birde İşbilgisi dersi vardı galiba..
Bayan bir hocamız ..yüzü aklımda ama adını hatırlayamıyorum..Şener kesin hatırlar...
Sene başında...herkese...birer saksı getirin çiçek ekeceğiz...
Ve sene boyunca onu sulayacaksınız...sene sonunda size not vericem....
Bu arada saksılara herkes okul numarasını yazdı.....
Ben, tabiki ilk başlarda, iyi baktım ama sonunda unuttum gitti..)))
Sene sonu geldi....))) tabi benim saksı tanınmaz halde...
Çiçek kurumuş gitmiş..hiçbirşey yok..))
Çok inkar ettim benimki kaybolmuş diye ama....)))
Keşke saksılara numaralarımızı yazmasaydık...)))

UGUR GÜLER
1968 - 1970 1-2-3 A

Adnan Kopuz bahsine ek:

Adnan Kopuz'un küçük kızı Dicle,Ankara ilkokulunda sınıf arkadaşımdı.Okula yakın bir evde otururlardı.Öğle tatilinde birkaç kez beraber onlara gitmiştik.Adnan bey,evde inanılmaz sevecen ve yumuşak bir kişiydi.Ortaokula gidince çok şaşırmıştım.O çocuk aklımla onu;filmlerdeki -Mualla Sürer'in yanında kuzuya dönen,ondan uzaklaşınca aslan kesilen -Vahi Öz'e benzettiğimi hatırlıyorum.

Püren

Uğur Kardeşim. Şubeyle ilgili tüm yazıları zevkle okuyorum. Tabii Karşıyaka'da tek devlet Lisesi Karşıyaka Erkek Lisesi olduğu için Şubeyi bitirenler soluğu Karşıyaka Erkek Lisesi'nde alırdık. Hatırlarsın umarım Orta ikinci sınıfta binamız yıkılıp yenisi yapılana kadar kızları Kız Lisesi'ni bizleri de Erkek Lisesi'ne misafir öğrenci olarak göndermişlerdi. Yani biz orta ikideyken Şube binamız yenilenmişti. Ne gariptir ki Karşıyaka Erkek Lisesi'nde de biz son sınıfa geçerken eski binanın bir bölümünün yıkılışına tanık olmuştuk.

Belleği çok güçlü olan Şener kardeşim neden ses vermiyor onu da anlamış değilim. Onun hatıra defterine hepimiz birşeyler yazmışız. Bir gün al o defteri de fotoğrafını çekip paylaş. Ya da Vehbi'ye ulaştır o halleder.

Sözünü ettiğin İşbilgisi dersine de sanırım Müdür Yardımcımız Necdet ARYOL'un eşleri Meliha ARYOL giriyordu.

Adnan kopuzun elinde hep bir düdük vardı. Ses vermek için kullanırdı. Selim Önder' de Müzik öğretmenimizdi o kaval çalardı anımsadığım kadarıyla.

Bu ara Karlis'teki arkadaşlarımız Şube fraksiyonu falan demesinler... Yaşam bir bütündür.. Aydoğdu, Ankara Mustafa Reşit paşa Türkbirliği ilkokullarının anı öbeklerini paylaşan arkadaşlarımızın bu paylaşımlarına zevkle ortak olduyduk.

Selamlar..

Cengiz KANAT - K.E.L.6 Ed. 2374 - 1973

Şube No 207 – 1968

5 Aralık 2011 13:40 tarihinde firat tuna <firattuna@hotmail.com> yazdı:

Biliyorsunuz Pınar'la alt konu başlığımız "I survived Şube" yani, "Şubeden canlı kurtuldum" mealinde bir T- Shirt sloganıydı.

***
Kişisel görüş:
Gördüğünüz gibi her yazıda sanki sipariş gibi, dayak var!.. Şube ablam Püren Dinçer'in de dediği , pedagojinin "p" sini bilmeyenlerin çoğunlukta olduğu, dayağın cennetten çıktığı, ve mükemmel tespiti ile Baltepe'nin eklediği gibi disiplin adı altında bacak kadar çocuklara bit muamelesi yapılarak özgüvenin yok edildiği "ezikler ordusu"na nefer yetiştiren bir "faprika"ydı. Öyle acayip dengeler vardı ki hocalar arasında, bahçedeki "voleybol ağının altında arabayla geçerken başını eğen" bir el işi hocası, onca tıklım tıkışlığa ve yetersizliğe rağmen, bahçede haftada sadece iki saat olan dersi için atölye yaptırabiliyor, ama yağmurda kantinde beden eğitimi dersine giriyorduk.


***
Neyse derdimiz kabuk kaldırıp yara kanatmak olmamalı, bu saatten sonra hepimizin bir şekilde ruhuna işlemiş mantarın, sadece " ne kadar da tatlı tatlı kaşınır" kısmıyla ilgiliyim artık.

***

Aynı sınfta okuduğum Kenan ve Handan (Kara?) kardeşler den Kenan'la çok sıkı arkadaştık. Çocuk felciydi. Onunla hikayemizi anlatacağım ama kendisini bulup yazışsam detaylar da oturur. Bilen var mıdır acaba?

***

Pınar'ın her konuda olduğu gibi bu konuda da ne güzel yazdığını görüyor musunuz? Diğer Karlis'li hanımlar ve onun sayesinde, sekiz mızraklı listenin "edebiyatsever" kısmını ne kadar çok hak ediyoruz. Sakın bu akışı kesmeyelim.

Lütfen yazsın kırılganlıklara olan hassasiyemizi koruyalım, arkası yarınlar gelsin.

***

Ablam için de şunları söylüyorum: "havlucu, sen bu işe karışma" :)

Fırat

Sevgili Fırat;

Güzel satırlarınla,manevi desteğine teşekkür ederim.

Sizler bıkmadıkça arkası yarın'ın ,arkası gelecek...Biz

Şube hatıralarıyla aslında bir içini dökme yaşamıyoruz. Ayni zamanda bir dönemi ,sokaktaki yaşantısı ile,öğrenci psikolojisi ile,müziği ile,insan davranışları ile,yiyeceği ,giyeceği ile, hocaları,seyyar satıcıları,anne-baba davranışları ile,farkkettirilmeden genç zihinlere kazınan devlet politikaları ile yani bir dönemin Karşıyaka yaşantısını sosyolojik,psikolojik yönden çok katılımlı olarak irdeliyoruz.

Bazı şeyler spontan gelişir....Ben 5yıl önce seninle ortak paydamı bilmiyordum.Karlis'ten önce hepimiz Karşıyaka'da veya Türkiye'nin veya dünyanın bir köşesinde kendi halimizde günlük hayat gailemiz içinde yaşayıp gidiyorduk.

Ama 5 yıldır biz aramızda bağlar kurarak,artık kolay kolay kopmayacak bir ağ oluşturduk.Çeşitli ortak paydalarda grup grup birleştik.Bazen bu ortak payda Karşıyaka Lisesi ,bazen bir hocamız,bazen tıp,bazen arkeoloji,bazen Dem,bazen bir zat-ı muhterem ,bazen hayır işleri vb.oldu!!Son haftalar da da ŞUBE oldu.Karlis üye sayısı bine yakın bir kitle! Hepimizin ayni ortak paydada birleşip,ayni düşünceleri benimsemiz tabii ki mümkün değildir.Ama hepimizde ortak olan noktalar ,belli bir yerde,belli bir zaman dilimi içinde ortak yaşanmışlıklar var.

Karlis bunu paylaşıyor.Ama en büyük ortak paydamız ''HOŞGÖRÜMÜZ ve Karşıyaka'nın insanına ,doğasına, geçmişine saygı ve vefadır bence.....

Dayak konusuna gelince:Bir öğrencinin yanlış bir davranışını düzeltmeye çalışmak bir öğretmenin görevidir.

Ama püf noktası ne ,biliyormusun?Bizim andığımız hocalar Üç şeye hiç dikkat etmediler:

1)HAKKANİYET DUYGUSU:öğrencilerin hafızasına kazınmış dayak olaylarına bir bak,çoğu yediği dayak ölçüsüne denk bir kusurdan değildir. Hatta bazısında öğrenci kusurlu bile değildir!Yani ,hoca bir kurban yakalamış,savunmasını dinlemeden vurmuştur.

2)DAVRANIŞA DEĞİL,KİŞİLİĞE YÖNELMEK: Şener ağabeyimizin de değindiği gibi pek çok zaman ceza kişiliği hedef almış,kişiyi küçük düşürmek,kişiliği ezmek amaç edinilmiştir.Oysa ceza kişiliğe verlmemeli davranışa verilmeliydi.

Çünkü kişiliği ezilmiş bir insan ders almaz!!Sadece kin ve kızgınlık duyar ve davranışını bir dahaki sefere tekrarlar.(sadece daha başka yolları deneyerek,daha kurnazca tekrarlar...)

ama kişiliği korunarak,sadece davranışı cezalandırılan kişi, ceza verene hak verir,saygı duyar.ben hakketmiştim der, dersini alır ,bir daha tekrarlamaz.Bir çocuğun kişiliğine:

tembel,dikkatsiz,saygısız gibi yapıştırılan yaftalar ilerde onun gerçekten tenbel,dikkatsiz,saygısız olmasına yol açar.Ama Kişiliğine yönelip ''Saygısız'' , diyeceğimize;davranışına yönelip ,''Bu yaptığın okul kurallarına saygısızlık oluyor ,bir daha tekrarlama''demek ayni şey değildir. Sonuçları da çok farklı olur.

3)ANLAYIŞ:Buluğ çağındaki bir gence biraz anlayışla yaklaşmak ,dayaksız ,bir çok sorunu çözerdi.O dönemlerde gençler yaşadıkları ve başa çıkamadıkları bir çok sorunu hiç kimselere anlatamadan içlerinde yaşadılar.Babalar sert ,anneler meşgul,öğretmenler ise genel olarak anlayışsızdı.Genç hangi konuda baş kaldırsa başı güzelce ezilmeliydi.Şimdi bir düşünün bakalım ,buluğ çağındaki sorunlarınız ve ona ilave olan ders başarısı ile olan sorunlarınızda size kimler yardımcı oldu??Hangi büyükleriniz?Hangi hocalarınız.?Zaten anlayışlı hocalar kırk yıl sonra bile saygıyla anılıyor!! Sevgilerimle..

PINAR AYAZ

Bölüm : 5 Tabiat bilgisi öğretmenimiz:ALİ ÖDEMİŞLİ

Ali Bey,uzunca boylu,geniş omuzlu,cüsseli,yuvarlak yüzlü,yüzü gülen,öğrencileri ile gözünün içine bakarak konuşabilen,iletişim kurma yünü gelişmiş,babacan bir adamdı.Kilise sokağından Şubeye (arka Kapısı) dönünce ,Şube arka kapısına gelmeden ,soldaki apartmanlardan birinde

otururdu.Onun dersleri çok zevkli geçer,çünkü sadece dersi çok iyi anlatmakla kalmaz, hikayeler, şakalar,ders dışı ama dersle ilişkisi olan konularla dersini süslerdi.

Bir gün elinde uzun bir mektup ile geldi.Bize bir açıklama yapmadan güzel bir ses tonu ile mektubu okumaya başladı.Mektup:Sevgilim;diye başlıyordu.Biz içimizden birinin sevgilisine yazdığı mektubu yakaladı onu okuyor zannettik.Ama mektup çok nükteli ve hoş bir şekilde devam ediyordu.

Aslında bir erkek karasineğin ağzından,dişisine yazılmış ve çevre kirliliği konusunu aşk ve mizah ile işleyen ,güzel ,çok öğretici ve çok akılda kalıcı bir yazı idi.(kırk yıl sonra bile hatırladığıma göre!!)Bu mektubu daha iyi öğretebilmek adına kendisi mi yazmıştı?bilmiyorum ama mektubu okumayı bitirdiğinde bütün sınıf hocayı alkışlamıştık.

Ödemişli hocam ileri yaşlarında tek taraflı felç oldu. Bir gün sokakta karşılaştık.Ona klasik öğrenci sorusunu sordum: ''Hocam beni hatırladınız mı? Felç geçirdiği için beyni de etkilenmiş olabilirdi. Ama felçten zorlukla konuşarak. Hiç hatırlamaz mıyım,sen Ayaz'sın dedi ve benim Dr. olduğumu duyunca çok memnun oldu.

Sevgili,bilgili,sevecen, hepimizin çok sevdiği hocam!Nur içinde yat!

****

O dönemde her sınıfta,adaylar arasından,oy çokluğu ile seçilmiş bir sınıf mümessili ve iki yardımcısı olurdu.Sınıf mümessilinin sabahları ilk işi idareden sınıf defteri denilen kocaman ,kara kaplı bir defteri alıp, sınıftaki öğretmen masası üzerine koymaktı.(Öğretmenin sandalye ve masası kürsü denen yerden bir karış yüksek bir platformda bulunur,bazı kısa boylu hocalar o platformdan hiç inmeden ders anlatırlardı.)Sonra hemen yoklama yapıp kimler geldi,kimler hangi mazeretle gelmedi, ilk derse giren hocaya tekmil verirdi.Her derste yoklama tekrarlanırdı.Geç kalmak çok aşağılama gören bir şeydi.Hele sık sık geç gelen öğrenciye hocalar mutlaka takardı.Öğretmenden bir dakika sonra bile sınıfa girene

''-Git Müdür muavininden GEÇ KAĞIDI getir,.!''denirdi.Her başın sıkıştığında rapor almak kolay değildi. Bedenden ''beden eğitimi dersine bir sene boyunca girmeme raporu'' almış olanlar bile hiç hoş karşılanmaz, en soğuk havalarda bile buz gibi olan salonda veya bahçedeki bankta oturmaları uygun görülürdü.Hatta bazı bayan beden öğretmenleri bu raporlu kızlara bile bütün beden çantasını getirtir,derse sokmadığı halde her hafta malzemeleri tam getirmiş mi diye kontrol ederlerdi.

Her öğrenci ayni derecede vücut esnekliğine sahip mi-değil mi? düşünülmez,her öğrenciden takla atması,köprü kurması,ters takla atması,belli bir hızla koşması istenirdi.Bu gün düşündüğümde bir hekim olarak bu bana çok anlamsız geliyor!!Her çocuğun boyu,posu,kas gücü ,esnekliği farklıdır.

Her çocuk ayni bedensel becerileri yapamaz .ama bizlerden boyumuza esnekliğimize,yeteneğimize göre değil ;hep, belli başlı ,hocanın belirlediği konularda başarı göstermemiz beklenmiş.Bu yetenek gerektiren diğer konular da da (müzik,resim vb.)böyleydi...Halbuki çok doğaldır ki bir çocuk müzikte çok yetenekli olup,beden eğitiminde bir takla dahi atamayabilir veya çok sportmen olup, bir çöp adam bile çizemeyebilir.

Nedendir bilemiyorum;bayan olan beden öğretmenleri genç kızlara karşı daha anlayışlı olmaları gerekirken ,genellikle tam tersi olurdu. Özellikle kızların fizyolojik durumlarından kaynaklanan şikayetlerinde hiç tolerans tanınmaz, anlayışsız va alaycı bir tavır takınılır, anlayış bekleyen kız söylediğine bin pişman olurdu.

Yağışlı havalarda,okulun bina kapısından girince hemen sağda merdivenlerle inilen,biraz basık,her zaman sandviç ve yanık yağ kokan kantinin içinde bulunduğu alanda beden dersi yapılırdı.Bu alan okula ilk kayıtta,veya yabancı dil (ingilizce,Almanca ,Fransızca) kur'alarının çekilişinde de kullanılan mekandı.

ilk kayıtta 6 adet vesikalık fotğraf,ikametgah senedi vb..istenirken bir de 12 zarf ve damga pulu istenirdi ki bunların ne işe yarayacağını çocuk aklımla bir türlü anlayamazdım.Pulları nereden alabiliriz diye sorunca KARAKULAK'tan diye cevap alırdık:Tabii o zamanki terbiye anlayışı ve korku :Karakulak da nedir ?diye sormaya engeldi. ama kısa sürede Karşıyaka çarşı caddesinin ortalarında sağda bulunan, şimdi rahmetli olan KARAKULAK'tan damga pulu alınabildiğini öğrenirdik. Karakulak küçücük ama çok işlevsel bir dükkandı.Gişe gibi bir kısımdan alışveriş yapılır, dükkanın içine girilemezdi.Daha sonraki yıllarda karakulağın tam bitişiğine uzun bir koridor eklendi. Böylece dükkanın arkasında kalan küçük bir hacim (bir odacık) bu koridor ile çarşı caddesine açılmış oldu.Koridorun sol kısmı boydan-boya vitrin olarak düzenlendi ve Karşıyaka ilk bujiteri dükkanlarından birine kavuşmuş oldu.Koridor o kadar dardı ki ,iki kişi yanyana geçemezdi.Ama olsun,gene de bu minik ve acaip şekilli dükkan da karakulak adını taşıyarak yıllarca Karşıyaka'lı hanımlara şık bujiteri takılar sattı.Şube'de okurken arkadaşlarımıza yılbaşı çekilişi veya yaş günü hediyesi için bu dükkanı çok kullanırdık.

O zamanların Karşıyaka'sı çok tuhaf ve gizemliydi.Yeni bir şeyi öğrendiğimizde ''BİR YAŞIMA DAHA GİRDİM!!''denilirdi.Ve biz hep; bir yaşımıza daha girerdik!!!Örneğin evişi dersi için nakış yapmayı öğreneceğiz,öğretmenimiz Ganimet Tellioğlu ,çamaşır ipeği almamızı

söyler.Daha ''çamaşır ipeği de nedir?'' bunu çözememişken;nereden alacağız hocam ?diye sorarız,SARI ARABA'dan der.Hoppalaa...

Sarı araba da ne?

SARI ARABA: şimdiki Kızılay sokağının köşesinde dışa açık bir stand şeklinde satış yapan DÜĞMECİ ERGÜN vardı.Minicik,dikdörtgen ve dışa açık bir dükkanda düğme ağırlıklı,tuhafiye satardı.Onun hemen yanında , sokağın içinde ,sokağa girer girmez solda kalan,minik bir kapı ile beraber cephesi 2-2.5 m.'yi geçmeyen,içeriye doğru ince uzun bir dikdörtgen şeklindeki tuhafiyeci dükkanının adı SARI ARABA idi. Bunu öğrendiğimizde: ''Bir yaşımıza daha girerdik.''

TUHAFİYECİ adı üstünde,yani her türlü tuhaflıkla karşılaşılabilir,yerler. Sarı arabanın hiç konuşmayan ,yaşlı ,üzerindeki eski paltosunu sırtından hiç çıkarmayan tuhaf bir sahibi vardı ama asıl tuhaflık,siz istediğinizin ne olduğunu açıkça söyleyebilirseniz, en kısa sürede isteğinizi en iyi şekilde

gerçekleştirmesinde idi. Sihir gibi! Sizi hiç dinlemiyor gibi görünür, Siz acaba hem yaşlı,hem de duyma özürlü mü! diye düşünürken, dükkanın dibine doğru bir-iki gider-gelir,hemen istediğinizi ,beyaz parşümen kağıdına sarmaya başlardı. Bir kumaş parçası götürüp,düğme isteyin;en uygun renktekini bulur,bulamazsa iki dakikada sizin verdiğiniz kumaş ile kaplanmış,5 adet düğmenizi imal

ediverirdi.Elbisenizin kumaşı ile kaplanmış kemer, elbise yakasına dantel veya kürk, aklınıza gelecek her türlü şeyi o kücücük dükkanda yapar veya satardı.

Daha sonraki yıllarda tanıştığım ve hala da iyi arkadaşım olan esmer güzeli, Nurcan isminde bir de kızı vardı. Bazen sessizce babasına yardım ederdi.

PINAR AYAZ

Şube Anıları bölüm: 6

Resim -İş Öğretmenlerimiz:

Resim-İş dersi tek bir ders değildi.Bazı günler tüm sınıf resim yapardık.Bazı günler de erkekler ayrı bir yerde''İş bilgisi, kızlar ayrı bir atölyede ''el işi''dersi yapardı.Biz el işi dersine ev işi derdik.

Resim dersleri yaratıcılıktan uzaktı.İlk derste hoca serbest bırakır ve istediğiniz bir manzara resmi yapın derdi.Sonra resim kağıtlarımızı toplar,resim yeteneğimiz hakkında fikir edinmeye
çalışırdı.İşin ilginç tarafı hepimiz yapmamız istenen manzara konusunda serbest bırakıldığımız halde ,ders sonunda sanki hepimizin önünde ayni manzara varmış gibi ,ayni resmi yapmış
olurduk. Şimdi tarif edince sizler de ayni resmi yapmış olduğunuzu hatırlayacaksınız.Resim kağıdının sol üst köşesine bir güneş çizilirdi.Güneşten çepeçevre ışın çizgileri çıkar!gene sol üstte
kahverengi sıra dağlar ,bu dağlardan çıkan bir dere kağıdın sağ alt köşesine uzanır.Ev daima sol orta veya alt kesimde yer alır.Evin damı,bacası ve bacadan tüten bir dumanı vardır ve ön cephesinde iki pencere ve bir kapı yer alır.Dere biraz kıvrım yaparak akar,rengi de herzaman açık mavidir.Evin etrafında en az bir ağaç çizmek usuldendir ve genellikle elma ağacıdır...
Nasıl tanıdık geldi mi??Neden hepimizin beyninde ayni manzara vardı gerçekten incelenesi bir olay!!
İkinci derste ve ondan sonraki birkaç derste bir sandalye ortaya konur üzerine bir örtü kıvrımlar yapacak şekilde örtülür, üzerine bir şişe,vazo ,bir elma vb gibi bir obje konur.Bu görüntüyü
önce karakalemle,sonra suluboya ile pastel ile haftalarca çizer- boyardık.Üç ana renk (Sarı,kırmızı,mavi) içi boyalı üç daire ile belirtilir.Üç dairenin birbiri ile kesiştikleri alanlar da ara renklere (kavuniçi,mor,yeşil) boyanırdı.Ama çocuklar bu ana,ara renk kavramını bir türlü belleyemezdi!!
En ilginç resim hocamız:Japon'du.Kendisi kısa boylu,fiziksel özellikleri açısından gerçekten bir Japon'a benzerdi.Kalın camlı gözlüklerinden dolayı gözleri Japon gibi çekik ve küçük görünürdü. Ama sanıyorum bu lakabı asıl, daha ilk derse girdiği gün, istediği malzemelerin listesini yazdırırken ''Sulu boya getirirseniz kafanızda kırarım, JAPON MARKA Guaj boya alacaksınız'' diye dayatması nedeni ile kendisine verilmişti. Gerçekten de Japon marka boya kullanılmadan yapılan resimlere ''sıfır''verirdi.Çocuklar zaten resmi severek değil angarya gibi yaptıkları için bir de hoca sert olunca ,Japon'u hiç sevemediler.Hocamızı sadece bir gün bize gülümserken gördük.O da yeni aldığı arabası ile gururla okul bahçesine girdiği ve park ettiği gündü!!

Orta ikide resim dersimize ,el-işi hocamız Ganimet Tellioğlu geldi.Uzun boylu ,klasik giyimli ama daha anlayışlı ve sevilen bir öğretmendi.Sandalye,kıvrımlı örtü üzerine gene vazo koydu ama
vazoya da bazen nergis,gül,bazen dağ lalesi koyarak hayatımıza renk kattı.
İş bilgisi dersinde erkeklere:cilt yapmak;küçük ,basit,ahşap bir tazgahla minyatür halı-kilim dokumak,düğme dikmek,basit dikiş vb gibi şeyler öğretirlerdi.El işi dersinde kızların işi daha
zordu.Örgü örme;çok çeşitli nakışlar;bebek zıbını,önlüğü,elbisesi, şapkasını patron kullanarak ,biçip-dikme;eski kaçmış naylon kadın çoraplarını ucuca ekleyerek ve (kurşun kalemi jiletle yontarak
elde edilen) kalın tığ ile paspas örme;kumaştan oyuncak dikme; düğme,çıtçıt,kopça dikme,ilik açma;bohça ,masa örtüsü dikme ve üzerine nakış işleme ve daha pek çok şey yapmamız istenirdi.
Becerikli olmayan kızlar dersi hocaya pek görünmeden geçiştirmeye çalışırlar ama ertesi hafta istenilen işi (ablalarına,annelerine yaptırıp.) bitmiş hali ile getirirler ,hocayı deli ederlerdi.
El işi dersinde kızlar kendi diktikleri beyaz patiskadan, belden bağlanan kuşağı arkada fiyonk yapan,önünde iki cebi olan bir iş önlüğü giyerler,başlarına da üçgen bir eşarp takıp ,eşarbın uçlarını
ensede bağlarlardı.Bu kıyafet ile çok tuhaf göründüklerini düşündükleri için de bu halde erkeklere görünmek istemezlerdi.
O yıllarda genç kızlar erken yaşlarda evlendikleri için(orta okulu bitirip,veya lisede iken evlenen arkadaşlarımız vardı!) mümkün olduğu kadar el becerisini arttırmak hedefleniyordu
sanırım ama annelerin el becerileri daha çok artıyordu!!
İyi yapılmış olan işler üzerine öğrencinin adı,soyadı,sınıfı yazan bir etiket iğnelenerek ;okulun bina giriş kapısından girip, soldaki merdivenden bir kat çıkınca ulaşılan bölümündeki
kocaman camlı ahşap dolaplarda sergilenirdi.İyi yapılmış resimler veya resim yarışmalarında ilk üçe giren resimler de gene ayni yerdeki ahşap ayaklı resim panolarında sergilenirdi.
Sözettiğim merdivenden çıkınca hemen soldaki duvarda okulun iftehar listesi asılı dururdu.Sadece iftehara geçen (Yani 10 üzerinden bütün derslerinin ortalaması 8 ve üstü olan)öğrencilerin vesikalık fotoğrafları bu panoda yer alırdı. Bu panonun altında bir küçük masa ve iki sandalye vardı.Her
gün iki nöbetçi öğrenci burada otururdu.Okula her giren yabancıyı (veli vb )bir nöbetçi lafa tutarken ,diğeri müdür muavinine bilgi vermeye gider,yani hiç kimse okul binasına elini kolunu sallayarak giremezdi.Bu öğrenciler o gün dersten muaf tutulur,sol kollarına da N.Ö.yazan bir bant iğnelenirdi.
Arkası yarın....
Pınar Ayaz

Levent Ağabeyciğim;

Güzel kelimelerine teşekkür ederim.Bilgisayarımı her gün açmadığım için yazdığım cevaplar da ,anılar da biraz gecikmeli oluyor.Lütfen kusura bakmayın.

Benim maalesef bir günlüğüm yok.Keşke o yıllarda günlük tutsaymışım.(Çünkü günlük tutma modası vardı.)Günlük bir insanın çok özeli ama o yıllarda evlerimizde özel odalarımız,özel çalışma masalarımız ve onların kilitli çekmeceleri filan yoktu.Günlüğe yazacağınız her şeyin anneniz veya kardeşleriniz tarafından okunması pek muhtemeldi.Bazı günlük tutan arkadaşlarım sırf günlükleri ailesi tarafından okunmasın diye okula getirip,götürürlerdi.Ben ortaokuldayken kendi yazdığım bir şiiri annem kazara bulup benim haberim olmadan okudu diye o kadar kızmıştım ki bu olaydan sonra şiirlerimi garanti altına alabilmek için sadece benim bildiğim bir alfabe icadettim ve daha sonraki yıllarda hep kullandım.Hala da kullanırım ve bu dünyada benden başka kimse bu alfabemi bilmez!Hiç kimseye öğretmedim ve hiç kimse de kendi çabası ile çözemedi...

Fırat'ın yazısından esinlenerek,her ay buluştuğum orta okul arkadaşları grubuma bu konuyu açayım,onlardan da anılar derleyerek size yazayım diye düşündüm ve son toplantımızda

onlara hatırladıkları anılarını sordum ama şu ana kadar bir yazı gönderen olmadı.Yazarlarsa ben de isim bildirerek sizinle paylaşacağım. Anılardan sıkılırsanız ,biri bana DUR desin!!

Sevgiler.

Pınar

Hatıra defterim, arkadaşlarımın yazdığı "sepet sepet yumurta sakın beni unutma" ve türevi klişe manilerle dolu sarı plastik kaplı birşeydi. Pınar'ın da dediği gibi özelimizin olması mümkün olmadığından, elden ele gezmiş, herkes tarafından da okunmuştur. Ablamın bazen beni kızdırmak için zaafım olan arkadaşlarımın satırlarını okuyarak kafa bulduğunu hatırlarım.
Defterin nasıl dolduğu malum...
Oraya "asıl" yazmasını istediğim kişinin yazmasını sağlamak için bir çok "konu mankeni"ne de mecburen biriki satır karalatır durursun. Taa ki "o" yazana kadar. (İngilizce olsaydı "her" yazacaktık). Tabii "o" sizin katiyen farkınızda olmadığından en uyuz klişeyi yazar, siz de "bak oğlum, ne yazmış" diye kimselere gösteremezdiniz. Lanet "sepet- yumurta" muhabbeti bir kez daha devreye girmiştir...

"Yıllar sonra rastladım, çocukluk sevgilime" şarkısını ben yazmadım. Dolayısıyla herkesin başına gelmiş bir durum ki, şarkı olmuş. Neyse hakikaten rastladım. Bebek arabası itiyordu. Ben Üniversiteye gidiyordum. Arkadaş ne ara evlendin, ne zaman çocuk yaptın, ne zaman bu kadar şiştin? Acayip bozulmuştum. Sepet sepet yumurta olmuştu... Albümini de bana kalmış, kızarmıştım...
***
Pamuk hocamız Kadriye hanım, bizi laboratuvara götürmüştü. Orada gariban bir iskelet vardı. Hatırlar mısınız? Pencerenin kenarında tepesinden sehpaya asılı ayakta dururdu. Tipik cıvıklıklarımızdan biri olan " iskeletle kızları korkutmaca" yaparken basıldık. Kadriye hanım: "iskeletten korkulmaz, herkes sıraya girsin" dedi .Tek tek iskeletin elini öptürdü. Bir de Mikroskopta bitki kesitine baktırırdı. Bir türlü görmek nasip olmamıştır.
***
Bazı bayrak törenlerinden önce akordeon ya da gitar çaldığımı hatırlarım. Ne ıstırap ya rabbim. Bir an evvel kurtulmak isteyenlere inat... Amma kulaklarım çınlamıştır....
O dönem Cemil Akyüz ve Mürşide Akyüz ilkokullarında olan, şimdi her ikisi de rahmetli Nuri Özyıldız hocamızın hanımı Öğretmen Düriye teyze çocukların halkoyunu ekiplerini hazırlamamız için bizi istemişti. Arkadaşım Levent'le halk eğitim merkezinin kafkas ekibindeydik. Ben akordeon, o davul, bendir, vurmalı çalgılar çalıyordu. Efsane hoca Alaattin ağabey halk danslarını şiir gibi oynar, şiir gibi öğretirdi. Bizden sonra Ferhat Cellek'ler, Dijon'da mı bir yerde dünya şampiyonu da oldular yanlış hatırlamıyorsam. Neyse, bütün bir kış hazırlandık, bahar geldi, gösteri yapılacak. Biz o gün sabahtan Yamanlar birinci şelaleye gittik bisikletle. YÜzdük filan, dönerken, Bisiklet yokuş aşağı kontrolden çıktı. Ağız burun darmadağınık halde, hastaneye gittik, Hesapta eve haber vermeyeceğiz. Sargılar içinde eve geldik. Zılgıtı yedikten sonra doğru gösteriye. Öyle bandajlı çıkıp çaldık. Bizim için o kadar önemliydi ki, soranlara : "Konserimiz var" diyorduk. .. O dönem çocukluk arkadaşlarımda ve bende sari hastalık gibi abartma durumu vardı. "abar abar abardi" derdik.
Yalanı bile kategorilere ayırmıştık. Abartma asla yalan değildi, ve ses çıkarılmaz, yutulurdu. Çünkü söz sırası size geldiğinde abartma şansınızı kaybetmek istemezdiniz... Bunu dışında, Metazori (Babaya atılan yalan), kurusıkı (Meydan boş), kuyruklu, (yalanın sonuna doğru, koşmaya başlamanız lazım), ve en sevdiğim; "kıtır".
İsmi bile güzel... Bunu en çok küçük kardeşler ve kızlar atardı. Bir de uzatılmış, sası ve zeka pırıltısı taşımayan yalan vardı ki buna "traş" denirdi. Hani maval okumanın bir türü, yalanın bile özensizi... Doğal olarak Karşılığı sözel olmazdı, sadece bir elinizin tersini yukarıdan aşağı doğru yanağınıza sürerdiniz o kadar. Kıtır kızımı büyütürken çok işime yaradı. Attığım kıtırları hikayeye çevirir, legalleştirirdim. "Hikaye arkadaş, olacak o kadar". Geçenlerde bir araya geldiğimizde " baba bana anlattığın öyküleri yazsana" dedi. De, nasıl diyeyim; " kızım hatırlamıyorum, kıtırlar manzumesiydi" diye...Osmanlı paşası Fizana sürülür, Yemen'den geçerken(e), Veysel Karani'ye rastlar. Paşanın kızı Ümmü Gülsüm, Veysel Karani'yle dost olur, Veysel karani küçük bir çocuktur küçücük de devesi vardır, gece oyuncak ayı gibi beraber yatarlar. Bedeviler baskın yapar, Venediğe köle olarak satılırlar, küçük deve bunları kurtarmak için Marko Polo'ya ricacı olur. Paşa kahrından padişaha iyice isyan edip Budine sürülmüştür. Diye giden hikayeler...
Fırat TUNA

Bazen okula 'istida' vermek gerekirdi 'erangi bişey'için.O zaman karakulaktan 16 kuruşluk damga pulu alırdık..

Sarı Arabanın sahibinin adı Adem Gümuşsoy idi.

'Velisi bulunduğum .....sınıf öğrenciniz 1085 numaralı Şener Baltepe meşru mazeretine binaen .... tarihinde okula gelememiştir.Bilgilerinize....

Altına annemin adı yazılır ve gözleri iyi görmediği ve okuma yazmayı iyi bilemediği için adı kazılı mühürcük itina ile o adın altına bastırılırdı mürekkep sürüldükten sonra,tarafımdan ,sevinçten titreyen ellerimle.....

Meşru mazeretin ne olduğunu soranlara ''onu gidin Küçük Yamanların çam ağaçları ile çevrili patika yollarına sorun'diyeceğim ama,orası devasa, iç karartıcı ve yüz kızartıcı bir çöplüğe dönüştürüldüğü için bunu demeye dilim varmıyor..Bu çöplük kaç kişinin anılarını bir daha çıkmamacasına gömdü.. Anı bu.. Yenisi olmuyor,yerine başkaları konulamıyor. Hani 'ay kırıldı..Üzülme şekerim yenisi Ercan avizede...denilemiyor yani… Şener Baltepe

Hey Allahım...

Şu sevgili Pınar'ın kayıtlarını tuttuğu hafızasından birkaç bayt bana da verseydin ya!.....

Pınar; bu yazdıklarını aklından mı yazıyorsun, yoksa zamanında tuttuğun hatıra defterinden mi?!... Hafızanda saklayabiliyorsan bize beslenme ve diyet konusunda ipuçları versene... Ne yiyorsun,ne içiyorsun allasen?!..

Biz kırmızı eti mümkün olduğunca az tüketiyoruz. O nedenle hafızamızı korumakta faydası olur diye dışarıdan B12 vitamini almaya çalışıyoruz. Bu kez de ilaç kutusunu nereye koyduğumuzu unutuyoruz....

Ben şimdi ne diyecektim?! Unuttum.......

Hah şimdi hatırladım:

Sevgili hocamız Ali Ödemişli ile ilgili anılara ilave:

Ali hocamız bize Fizik dersine gelirdi. O yıllarda Fizik, Kimya, Biyoloji gibi dersler laboratuvarda yapılırdı. Fizikteki elektrik, optik, ısı deneyleri, kimyada Sodyum deneyi, Biyolojide insan- hayvan iskeletleri vs vs....

O zaman hocalarımız gerçekten çok iyi eğitim vermişlerdi. Hele fiziği sevmeme Ali hocamın katkısı çok fazla olmuştur. Ali hocam bendeki fizik, özellikle elektrik- elektronik merakını farketmiş, elektriksiz çalışan radyodan bahsetmişti. Ben de çok merak etmiştim. Beni Şube'nin arka kapısının karşısındaki apartmandaki evine götürmüş, radyoyu göstermişti. Çok şaşırmıştım. Radyo çok basitti. Eskiden çatılarda uzun- örgülü bakır radyo antenleri vardı. Bu tel şeklindeki anten ne kadar uzun olursa antenin çekim gücü o kadar kuvvetli olurdu. Şimdiki evlerde TV anten fişlerine benzer duylara elektromanyetik dalgalar gelir, bir kablo ile lambalı radyolara ulaşırdı. Radyoyu açtığınızda önce radyonun içindeki lambalar ısınır, daha sonra ses gelirdi. Yıllar sonra ilk çıkan siyahbeyaz TVler de aynı şekilde çalışırdı. Daha sonra trasistör, en sonunda entegre devreler çıktı da, elektronik aletlerin boyutları küçülürken, işlevleri çok fazlalaştı...

Lafı uzattım. Sevgili hocam Ali Ödemişli'den öğrendiğim radyoyu kendime de yapmıştım. Bir radyo anteninden gelen kabloya seri şekilde bir ferit ( karbon çubuk üzerine sarılmış ince bakır tel), bunun çıkışı toprak hattına bağlanacak. Hatırlayanlarınız olacaktır; radyoların bir de toprak hattı olurdu. Basit bir kablo toprağa, o mümkün olmazsa demir su borularına bağlanırdı. Bu ferit bobine bir tane varyabl- değişken kondansatör, ona da paralel bir manyetik ( mıknatıslı) kulaklık. Ferit anten üzerindeki bakır tel sarım sayısı ve varyabl kondansatör ile aradığınız orta dalgada yayın yapan radyo istasyonunu bulurdunuz.....

Ben ilk- orta- lise yıllarında elektrik- elektronik konularıyla çok yakından ilgiliydim. Taa ki lise son sınıfta, üniversite sınavlarına girinceye kadar..... O zamanlarda İzmir'de elektrik- elektronik mühendisliği yoktu. Ben de İTÜ ya da ODTÜ hayalleriyle yaşıyordum... Bir gün rahmetli babam beni karşısına alıp; '' bak oğlum, ablan üniversitede okuyor, sen de bu sene başlayacaksın. Arkandan kız kardeşin geliyor.. Seni tek- öğretmen maaşımla başka bir şehirde okutamam. Sen çalışıp okuyacaksan güle güle. Ama bizimle kalıp okursan, seni okutabilmek için gerekirse çeketimi satarım - bu deyim size tanıdık geliyor mu- ona göre hesabını kitabını yap'' dediğinde; İstanbul- Ankara, mühendislik hayallerim yerle bir oldu... Onun üstüne bari doktor olayım dedim. Daha sonra da cerrah olup, mühendislik hevesimi insan vücudunu tamir ederek tatmin ettim.....

Selam ve sevgilerimle....

Levent Çanakkalelioğlu

Hamiş: Sevgili Pınar; Tuhafiyeci- tuhaf ilişkisi bana çok ilginç geldi.

Değerli Arkadaşlar, Bu bir Karşıyaka Erkek Lisesi grubudur. Bizler gibi tüm
orta ve lise hayatını lisemizde okuyanlara lütfen şube maceralarınızı göndermeyiniz.
Bizler de okuduğumuz diğer okulları buraya taşımaya kalkarsak işin içinden çıkamayız.
Ayrı bir şube mezunları grubu kurmanız herhalde daha mantıklı olacaktır.
Hepinize iyi günler…
Tayfun Çağlayan KEL 1972 MEZ . 6 FEN C 1769
(1966-1972)

Değerli arkadaşım; Şube'de veya Karşıyaka Erkek Lisesi'nin orta kısmında okumak gibi bir tercih hakkımız yoktu. Kaldı ki sizler Karşıyaka Erkek Lisesi Orta kısmını bitiren arkadaşların dışında Karşıyaka Erkek Lisesi'ni besleyen ikinci damar Şube idi. üçüncüsü yoktu. Üstelik şube bir yıl yıkılıp yenisi yapılırken sizler bizleri misafir etmiştiniz. Daha sonra aynı yüce çatıda Karşıyaka Erkek Lisesi' nde buluştuk. Ve de bu başkalığı hiç yaşamadan kaynaştık. Bizimki biraz nostalji. Bu nostaljiye hoşgörüsü olan arkadaşlara teşekkür etmiştim. Yineleyeyim aynı teşekkürü.

"Bu bir Karşıyaka Erkek lisesi grubudur" demişsiniz.Hatırlattığınız için teşekkürler. Ben de kendi adıma onur duyarak diyorum ki; Ben Karşıyaka Erkek Lisesi mezunuyum.

Biraz hoş görü.

Sizin yerinize koydum bir ara kendimi. Dışarıdan izler ve anılarına saygı duyan insanları alkışlardım. Beni ilgilendirmeyen iletilere yüzeysel olarak göz gezdirirdim.

2000 yılında okulda yapılan 50. yıl mezunlarının buluşmasına tanık olmuştum. Halit KIVANÇ'ın eşi, Bakanlık da yapmış olan Atilla KARAOSMANOĞLU.. KİMLER VARDI KİMLER O BULUŞMADA..Duygu patlamaları yaşanmıştı.

Onur duymuştum o insanlarla aynı çatı altında okumuş olmaktan. Kız Muallim Mektebi olarak da eğitim veren kurumumuzdaki o Atatürk Türkiyesini yaratan saygıdeğer insanlar sayfalarımıza ziyarette bulunmaya kalktıklarında:

" Bu bir Karşıyaka Erkek lisesi grubudur.

Ayrı bir Kız Muallim Mektebi mezunları grubu kurmanız herhalde daha

mantıklı olacaktır.." demezdiniz. Kesinlikle DEMEZDİNİZ. ..

Değerli arkadaşım.

Düşüncelerinize saygı duyuyorum. İzin verin biraz daha Şube muhabbeti edelim. Saygılarımla..

Cengiz KANAT - K.E.L. 6 ED. 1973

Sevgili Tayfun kardeşim, KEL'nin mütemmim cüzü olan "şubede" okuyanların anılarını okumak istemiyorsan, okumazsın olur biter. Ama lütfen müsaade et de, biz, bizim için anlam dolu bu anılarımızı bir iki gün de olsa eski dostlarla birlikte yad edelim. Zaten iki gün sonra yazacak fazla bir şey kalmaz. "..Sizler de okuduğunuz diğer okulları buraya taşımaya kalkarsanız..." bizler, sizin anılarınızı okumaktan büyük mutluluk duyarız.

Kardeşçe sevgilerimle.

M. Fatih Kaytmaz. KEL/1969

Sevgili Doktorumuz buyurdular ki.....(Üstelik sınıf arkadaşımız canımız ciğerimiz)
Lütfen şube maceralarınızı göndermeyiniz…Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı çok özür dileriz.
Ayrıca bunlar macera degil..sadece eski anılarımız idi....Bizler ne yazıkki orta okulu şubede okuduk..
Yani doğma büyüme Erkek Liseli degiliz sizler gibi....Tek suçumuz evimiz yakın diye şubeyi tercih etmemiz...Karlis kurucuları bizi uyarsaydı, zaten hiç yazmazdık...
En azından onlara olan sevgi ve saygımızdan....Ama siz bu uyarı yazısını yazma hakkını nerden buluyorsunuz...??
Bak yukarda bir sil butonu var...Ben arada sırada kullanıyorum....Okumak veya görmek istemediğim mailleri siliyorum.
Hadi sende yapabilirsin...neticede doktor olmuşsun....başarabilirsin...
Ugur Güler ŞUBE 1968 - KEL 1973

Tayfun Çağlayan arkadaşımızın düşüncesi sadece kendisini bağlar. Şahsen benim KARLİS Yöneticisi olarak hiçbir rahatsızlığım ve iletileri kısıtlama düşüncem olmamıştır. Tüm yazılanları ilgiyle ve zevkle takip edip, arşivlemekteyim...
Kaldıki KARLİS sadece "Karşıyaka Erkek Lisesi" grubu olmayıp "KARŞIYAKA LİSELİLERİN" gurubudur. Bu grubun içerisinde, Karşıyaka Lisesi'nin, 1912 yılından gelen, Lisemizin kökleri olmuş Kız Muallim Mektebi ve 1932 yılından gelen Karşıyaka Orta Okulu vardır. Doğal olarak bu okullarda geçen yıllar, anılar, öğretmenler, her şeyi ile KARLİS içerisinde yer alacaktır.
Her ne kadar Şube'de okumayıp, KEL Orta kısmında 1966-1969 yılları arasında okumuş olsam da, aşağıdaki bir fotoğrafla, anlatımlarınıza katkıda bulunmak isterim...
Sevgiyle kalın...Vehbi MOĞOL

Bir Karlisli dr arkadaşımız fikrini söylemiş “bu okul story leri beni aşıyor” demek istedi herhalde. demokrasi var arkadaşımız tabii fikrini yazacak ve söyleyecek.
Ben dayak atan ögretmenleri yazmazsam rahatsız olurum…Fırat bey ve Pınar hanıma iştirak etmek için.
ilk tanıdığım yakın döğüş ustası beden eğitimi öğretmeni Mustafa Plevneli idi. 25 talebeyi 30 saniye içinde domino taşı gibi döverdi. Bir tokadı 25 kişiye yeterdi.
sen ilk okuldan gelmişsin ana yok baba yok, döv ALLAH döv… Daha sonra diğerleri
Onllara hakkımı helal etmiyorum. Anladık cennetten çıkmadır aıma benim cennetimde onlara
yeryok.
Hamiş: Pınar hanım metin aşıkoğlu ilkokulunun yanındaki yerde bahsi geçen iki çam ağacından biri önce bilinçli olarak kurutuldu daha sonra kesildi. çam ağacımız artık yalnız...

Mustafa Yakutlar

Bir daha size şaka yaparsam ..... olayım.

Arkadaşlar benim en eski en candan kardeşlerim arkadaşlarım şubeden mezundur.

BEN İÇİNDE KARŞIYAKA OLAN HER ŞEYİ SEVERİM...ÜZDÜNÜZ BENİ AKŞAM AKŞAM...DİĞERLERİNİ TANIMIYORUM AMA UĞUR,VEHBİ,LEVENT BENİ TANIMIYORMUSUNUZ? İYİ GECELER---TATLI RÜYALAR SEVGİLİ ARKADAŞLARIM TAYFUN ÇAĞLAYAN.....

Bana göre Şube'nin olağanüstü esprili, sevgi dolu en iyi öğretmenlerinden birisi rahmetli sevgili Adnan Kopuz idi. Çok iyi klasik müzik bilgisi olan Adnan Kopuz, aynı zamanda rock ve pop müziği de çok iyi biliyordu. Bir kardeşimin de yazdığı gibi çok güzel besteleri de vardı. Günün popüler rock parçalarını ve o zamanlar yeni yeni çıkan aranjmanlarını da günü gününe izler, hatta müzik dersinde gitarıyla çalıp söylerdi. O zamanlar ben de gitar çalmaya yeni başlamış genç bir müzik heveslisi olarak Adnan Kopuz hocayla birlikte derste, The Animals'ın meşhur parçası "Please don't let me be misunderstod" şarkısını söylememi unutamam. Ayrıca hocanın, klasik müziği bizlere sevdirebilmek için Bizet'in meşhur Carmen'ini tiyatrol bir şekilde söyleyerek boğa ve matador taklitleri yapması ve bütün sınıfı Cem Yılmaz'ın stand up'larına taş çıkartır şekilde güldürmesi ve bundan büyük zevk alması benim yıllar boyu unutamadığım en güzel gençlik anılarımdandır.

Hoşgörünün ve insan sevgisinin ne demek olduğunu bana öğreten sevgili Adnan Kopuz hocama ve de adını anmadan geçemeyeceğim sevgili Tahsin Yaşamak hocama Tanrı'dan kucak dolusu rahmet diliyorum.

Fatih Kaytmaz. KEL/1969

Değerli Karlis’li Kardeşlerim,

ilk-orta ve lise dönemlerinde KARŞIYAKADA yaşamış, ancak uzun yıllardır Ankara’da yerleşik hem KARŞIYAKALI, hem KARLİS’li, hem de ŞUBE’de okumuş bir arkadaşınızım.

Benim belleğimde; o günlere dair, sonsuz güzel, hatırlamaktan ve tekrar dinlemekten mutlu olduğum anılarımı tazelediniz, beni o güzel günlere tekrar götürdünüz.

Bundan daha fazla hatırşinaslık, dostluk, kardeşlik örneği olabilir mi… Emeği geçen herkese teşekkür ederim.

Ben, sizlerin yazdığınız bu satırlar olmasa idi; hafızamı nasıl tazeleyebilecektim.

Şubede okuduğum yıllardaki(benim dönemimde sadece erkek öğrenci vardı)adı anılan öğretmenlerimiz, arkadaşlarım, okulun Bahçesi, bahçedeki oynadığımız oyunlar,1737 sokaktaki evimiz, KSK YELKEN KULÜBÜ, ilk kez yelkenle bata-çıka tanışmam, üç top bilardoyu orada öğrenmem.

Yaz tatillerinde; bütün harçlığımı yatırdığım boya-macunla tekne tamiri çabaları. Kulüpten Arap Osman, rahmetli Serdar Zenger, Kaska İzzet ve diğer dostlarım hafızamdan bir film şeridi gibi geçti.

Sevgili Fatih Kaytmaz, Pınar Atik, Cengiz Kanat, Levent Çanakkalelioğlu bu anlam dolu günleri yad etmek ve oğluma bir kez daha anlatmak fırsatını bana tanıdınız. Beni mutlandırdınız.

Yaşamıma anlam kattınız. Şükranlarımı arz ederim.

Tüm KARLİS üyelerine sevgilerimle……Şinasi Şansal. KEL.69

İlk eylemim(iz)

Sınıfta paşa paşa oturuyoruz, şimdi hatırlayamadığım kadın öğretmenlerden biri derste. Birden kapı açıldı, liseli yaşlarda bir ağabey " Hocam sizin haklarınız için boykot yapıyoruz, çocuklar, hepiniz dışarıya haydi" dedi. Meğer biz de yıllardır bu anı bekliyormuşuz, hurraa dışarı.... Doğru kız enstitüsüne gittik, kızları da ayartacağız, oradan da Karşıyaka Kız lisesine gidilecek. Ancak Frukolar (o zamanki toplum polisine beyaz kasklarından dolayı böyle denirdi. Fruko da gazoz markasıdır) duvar üzerinden "dağalın ulaaa" diyordu. Biz dağılmadık, korkmadık, kitleyi doğruca çarşı karakoluna yönlendirdiler. Orada tutulan gençlerin serbest bırakılması için gösteri yaptık. Daha Sonra komiser söz verdi galiba dağıldık. Sanırım TÖS ün (Öğretmenler sendikası) lağvedilip TÖB-DER in kurulma zamanına denk gelen bir eylemdi. Yaa, o zamanlar öğretmenlerin sendikaları vardı, 60 anayasası böyle birşeydi...
***
Pınar'ın dediği gibi, Karşıyaka çocuğu ilk orta ve liseyi tabanvayla bitirmiştir. İster zengin ol ister fakir, yürürdün. Sabah takım halinde, yoldan arkadaşları toplaya toplaya, irimlerden, tarlalardan, derelerden geçer (evet Karşıyaka'dan bahsediyorum, şimdi gönüllüyüz, betondan ağaç dikmeye yer bulamıyoruz) okulumuza varırdık. Yaka bir tarafta beyaz çoraplar çamur olmuş filan... Çobanın köpekleri bize de saldırırdı. Biz koçu kızdırırdık, o yüzden hayvan yerel deyimle önüne geleni "süserdi". Sabahleyin lahana tarlaları metan gazından olsa gerek acayip kokardı, sisten bir halı karnıbahar ya da lahanaların üzerini örter, kırağı kaplı sebzeler hayal meyal görünürdü. Biz bunların iri yapraklarının damarlarını yerdik sabah sabah. Okula kadar kemirirdik. Malum gaz yapar...
***
Ben Sefer Yaman'la aynı sınıftaydım. Kankamdır. (Caminin orada ayakkabı tamircisi Mehmet Amca'nın oğlu...).
Devamlı icatlar yapar, kafası boş durmazdı. İngilizce tek kelime bilmeden Kitapçı Nevzat abi'den aldığı Populer science ve mechanics dergilerinden ilhamla müthiş işler çıkarırdı.
Bir keresinde çapı 1,5 metreyi geçen ve top halinde havaya atıldıktan sonra kendi açılan bir paraşüt yapmıştı. Okulun çatısından atar dururduk. Bir kere de kendi imalatımız füzeyi bahçede uçurmuştuk. Ortalık birbirine girmişti.
***
Şube, tam bir halk mektebiydi. Bazı görgü kurallarının da öğretilmesi lazımdı tabii... Nihat Toragay yılbaşı için kura çektirmiş, bütün sınıfın birbirine hediye almasını sağlamıştı. Bu arada Kemal isimli bir arkadaşıma, örgülü saçlı, cılız, hafif dişlekçe bir kız hediye olarak kitap almış, o da "bana bu kız mı çıktı?" diye paketin fiyongundan tutup kitabı yerden yere vurmuştu. (Çocukların gaddarlığı konusunda Bkz. "Sineklerin Tanrısı, Golding, William). Kız büyük bir olgunlukla bir tek kelime söylemeden gitti yerine oturdu.

Gel zaman git zaman, Kemal Çınarlı gitti, biz KEL'e... Kankam sefer, Mustafa Buluğ ve ben Gül sineması sokağında Tarakçıoğlu pasajında dükkan açtık. Fotoğrafçı Neyran ablanın olduğu pasaj... Elektronik tamir, Yunan anteni filan kuruyoruz, Kemal de bazen bize takılıyor. Ben tamamen konu mankeniyim, işi hiç bilmiyorum, bazen gelen televizyonların tamir fiyatlarını belirliyorum. Sefer'in o zaman ar damarı sağlam duruyor daha... Para söylemeye utanıyor. Ben devreye giriyorum.. Uzatmayayım dükkana bir kız girdi, nefesim tutuldu. Nasıl anlatayım, Karşıyaka kızı işte, müthiş güzel, güleç yüzlü, hepsi var alçakta... Bana da gülümsüyor, bİrşeyler geveleyip arka kısımda paravanla ayrılmış atölyeye girdim, diyeceğim ki "bakın ulan kavallar, Allah neler yaratmış" Neyse toplaştık kızın önüne dizildik, Kız "Aa, Fırat, Kemal, Sefer ne yapıyorsunuz burada?" demez mi? Meğer Kemali'in yerden yere vurduğu kitabı hediye eden kız bu kızmış. Hoş beş ettik gitti. Kemali arkaya alıp çiğnedik tabii. ama neye yarar. Kız Hala güzeldir eminim. İnşallah mutlu ve huzurludur.
Fırat Tuna

Grubunuza yeni katılmış bulunuyorum.Yazılarınızı beğenerek okuyorum çok güzel konulara değiniyorsunuz. Doktor Pınar hanım'ın yazılarını da çok beğeniyorum.Şube anılarından bahsediyor bende bir dönem Şube'de okudum.Şu anda adını vermek istemediğim bir öğretmen yüzünden Şube'den ayrılmak zorunda kaldım çok sert bir öğretmendi özellikle erkek öğrencilere bayağı sert davranırdı öğrenciler bu öğretmenden yana dertliydi kız öğrencilere de pek iyi davranırdı demek yanlış olur kısaca sert mizaçlı bir öğretmendi. Birde çok tatlı sevecen öğretmenlerimizde vardı. Bunlardan birisi Tabiat Bilgisi öğretmenimiz Kadriye Güçlü Hanımefendi.Çok şeker bir öğretmendi onu çok severdim. Zaten onu sevmeyen yoktu. Öğrenci ile iletişimi mükemmeldi.Pınar Hanıma teşekkür ediyorum yıllardan sonra onun hakkında bilgi sahibi olabildim ama ne yazıkki şu anda hayatta değilmiş Allah gani gani rahmet eylesin

Yıldızlar üzerine yağsın. Benim okuduğum dönemde sınıfımızda şu anda Kalp Damar alanında başarılı olan Ege Üniversitesi doktorlarından Bahar Boydak'ta okumaktaydı. Kendisi çok başarılı bir öğrenciydi başarısını devam ettirmiş şu andaki konumuna gelmiş başarılarının devamını diliyorum.Şube'den ayrılınca Karşıyaka Numune Kız Koleji'ne geçtim ve öğrenimimi orada tamamladım. Okulumuzun Müdürü Sayın Halim Erker Beyefendiydi. Kendisinden zaman zaman haber alabiliyorum.Sayın Yücel İzmirli hocamdan.Yücel İzmirli Zuhal İzmirli'nin yazmış oldukları İzmir'de Bir Manastır Çınarı adlı kitaplarında çok değerli öğretmenim Sayın Halim Erker'den bahsetmişler kitabı okuyunca öğretmenimle daha da bir gurur duydum o gerçekten bir çınar onu gördüm artık böyle çınarlar yetişmiyor , Allah sağlıklı ömürler versin. Bu kitabı yazan Sayın Yücel İzmirli ve Zuhal İzmirli'ye çok teşekkür ediyorum.

Sağlık, mutluluk ve başarı hep yanınızda olsun......

Nüket Korkut Çalışkan

Sevgili Pınar harika yazıyorsun...

Yazdıkların ve bu kadar detaylı anımsayabildiğin için sana hayran olmamak elde değil...

Sevgili Kadriye Güçlü hocamız hakkında aklımda kalanlar:

- Senin de dediğin gibi dünya tatlısı bir insandı. Kızdığı - çok ender olurdu- zamanlar; '' Evlatlarım sizi dövemem, insan yavrusu dövülmez'' deyişini unutamam..

- Zaman zaman, ders anlatırken sınıfa sorular sorardı. Parmak kaldırıp, söz alıp, farklı zamanlarda doğruyu bilenleri bir yere not alır, bu durum 3 kez tekrarladığında sözlü notu olarak 10 verirdi... Benim sözlü notlarım 10 idi....

- Sömestr tatil ödevi nefret ettiğim şeydi. Hele o roman özetleri yokmu.... Ahh türkçeci hocalarım...

- Fırat abinin sözlerine ek; Kalem kutuları gibi tahta cetveller de Hatas markaydı. Kaliteli olanlarının kenarının içinde tel bulunurdu ki çizim yapmaktan cetvelin kenarı bozulmasın diye...... Biz araları ikişer yaş olan üç kardeştik. O zamanlar zırt pırt kitap- yazar değişmediğinden, ben ablamdan kalan kitapları okurdum. Daha sona kardeşime devrederdim.. Şimdi bunu yapmak mümkün mü...

- Pınar, Fırat abi sarı defter, teksir kağıtlarını da hatırlıyorsunuzdur eminim.....

Bu yazılanlar yalnızca Şube ile ilgili olmayıp, bir dönemi yansıtan bilgiler.. Sanki o dönemlerin fotoğrafını çekip paylaşıyoruz.. Sosyal, ekonomik yaşam, insanlar arası ilişkiler, eğitim- öğretim, o dönem Türkiyesi ve dünya....... Bundan çok büyük keyif aldığımı belirtmek istiyorum....

Selam, sevgi ve saygılarımla....

Levent Çanakkalelioğlu...

2011/12/7 firat tuna <firattuna@hotmail.com>

Kalem kutusunun markası Hatas'dı. Kokulu silgiler, çok şık kalemlerin olduğu Kırtasiyeci İhsan Amca vardı. Belki şube yıllarımızda yoktu, Ankara ilkokulu yıllarımdan hatırlıyor olabilirim. Her öğretim yılı başlangıcında defterler alınır, kitaplar Allahın belası sistem yüzünden manasızca yerlerden (kemeraltı vb) toplanır, bazıları neredeyse sömestreye kadar bulunamazdı. Sevimsiz çamur gibi basılmış resimlerle bezeli, adeta "beni okuma" diyen bulaşık baskılı kitaplar... Bir de bunlar kaplanacak, mavi ve kırmızı (renk kıtlığına kıran girdiği için başka yoktu) kağıtlar alınır. Şanslıysan ablan varsa kaplar, bir erkek çocuğunun yapacağı en son şeydir bu kap işi. Sonraları naylon hazır kaplar çıktı. Bir de etiket vardı. Adı, soyadı, dersi... diye giden...
***
Bu tüy ve yaprak işinde ablam sağolsun. Yırtıyordum. Bana zul gelen resim dersine ev ödevi "sonbahar yaprağı yap getir" tarzı angaryalardı. Gene ablama müraacat. Okul rozetimiz mavi kırmızı mıydı ne? Fırat TUNA

Kırtasiyeci İhsan Amca ( İhsan Özkınay ) nın oğullarından biri Cihangir idi. Biz Cihangir ile birlikte Ege Üniversitesinde FKB yi beraber okumuştuk. Ben Ziraat , Cihangir Tıp Fakültesinde idi. Tahmin ediyorum Cihangir halen Tıp Fakültesinde. Diğer oğlunun adını hatırlayamıyorrum. Hatta bazen okulların açıldığı ilk günlerde İhsan Amca'ya yardıma bile giderdik.

Herkese selam, sevgiler.

Erman Akdemir

6 Fen A 1964

8 Aralık 2011 04:29 tarihinde Faik Seyhan <fseyhan100@gmail.com> yazdı:

Kirtasiyeci Ihsan Amca ayni zamanda kitapciydi. Ilk masal kitaplarimizi ve Cocuk Haftasi ciltlerini ondan aliyorduk. Ihsan amcanin Karsiyakada TEK kitapci oldugu yillari hatirliyorum.. Ama ondan baska bir kirtasiyeci daha vardi: Daniş Bey.. Vapurdan inip carsiya girdiginizde Orta Pastane ile Sami Bey Pastanesinin arasinda kucuk bir dukkani vardi. Sonra kapandi.. Ihsan Amcanin biz yaslarda iki oglu vardi ama adlarini hatirlamiyorum. Galiba Ankara Ilkokulunda okuyorlardi.. Hatirlayan var mi? Faik SEYHAN

Kırtasiyeci İhsan amca'nın oğullarından biri olan Prof Dr Cihangir Özkınay Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, Genetik Bilimdalından emekli olmuştur....

Bilgilerinize....

Selam, saygı ve sevgilerimle... Levent Çanakkalelioğlu

Bir de daha ilerde karakola doğru Hamit amca diye birinin kırtasiyeci dükkanı vardı…Şener BALTEPE-1958

Hiç yorum yok: