21 Şubat 2012 Salı

PAZAR MUSAHABESi - Ersin Doğer (2012 yılı yazıları)

Karlis grubunda Pazar günleri'nin "PAZAR MUSAHABESİ" köşesi yazarı sayın Ersin Doğer hocamızın 2012 yılı yazıları toplu halde...İyi okumalar :

Pazar Musahabesi (lütfen gelecek pazar günü okuyun)

"Şapın ve Şapa Oturmanın Tarihi"

Sevgili Karlisliler,

Bazen huylu bir adam olduğum konusunda şüphe duymaya başladım. Bugünlerde bir araba reklamı var; halı sahada yaşını başını almışkendini futbolcu sanan göbekli adamlar oynuyor. Oradaki kaleci yapılan her el hareketine yanıt veriyor. Allah şifasını versin son derece zor bir durum. Bendeki biraz değişik! Perşembe yazarının bilinçli bir şekilde satırlarının arasına yerleştirdiğini tahmin ettiğim bazı
kışkırtıcı laflarına hemen yanıt vermek ihtiyacı hissetme duygusu.. O kadar güçlü ki yanıt vermek için pazarı iple çekiyorum, sanki üç gün eroin komasına girmiş gibi çırpınıyorum, o yüzden Pazar'a kadar kendimi kayışlarla bağlıyorum. Cevap vereyim de perşembeye kadar rahatlayıp işime gücüme bakayım.
Efendim beni şapa oturtmak istiyormuş da ben oturmuyormuşum. Siz de benim gibi şapa oturmanın ve şapın tarihi konusunda biraz bilgi sahibi olsaydınız siz de oturmazdınız. Allahıma bin şükür bende "Tarih Bilinci!" var da Karagöz Efendi'nin dolmuşuna gelmiyorum. Alın size "Şapın ve Şapa Oturmanın" tarihi konusunda kısa bir ahkâm daha. Bunları biriktirirseniz ileride "İpe Sapa Gelmez Şeyler Üzerine Ansiklopedik Tarihsel Sözlük" sahibi olursunuz.
Önce "Şapa Oturma Tarihi", "Dünya Denizcilik ve Gemi Kazaları Tarihi" içinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Tropikal bölgelerde kıyılara yakın oluşmuş mercan resiflerine de şapın ana maddesi olan "Alunit" nedeniyle şap denirdi. Ortaçağ'da Kızıldeniz'de med ve cezir nedeniyle deniz seviyesi sık sık değiştiği için coğrafyaya yabancı gemiler sular çekilince bu mercan resifleri üzerine oturmaktaydılar. İster inanın ister inanmayın mecbu değilsiniz.
Kimyasına ve kalabalık formüllerine burada girmenin gereksiz olduğuna inandığım şap madeni antik dönemde ve özellikle ortaçağda stratejik bir maddeydi. Deri, kumaş ve boya sanayinde kullanılan şapın elde edildiği maden bölgelerinin sayısı o dönemlerde sınırlıydı ve bu şapın önemli bir kısmı Yeni Foça çevresindeki dağlarda (Şaphane dağını hatırlayın) ve Kütahya yöresindeydi. Şap, sanayide kullanımının yanında, antiseptik ve kanı durdurucu özelliği ile de (kan taşı) kesici silahlarla yapılan ortaçağ savaşlarında en çok aranan maddelerden biriydi. Bu yüzden düşman ülkelere satılması ve ihracı yasaktı. Şapın tekelini ellerinde tutan Cenevizliler tarafından Mısır'daki Fatimi Sultanlığı'na ihracı yasaklanmıştı.
İşte bu maden 13.yüzyıldan 15.yüzyıla kadar Yeni Foça'nın çevresindeki dağlardan Midilli adasını da elinde tutan büyük Cenevizli bir aile (Gattusiler) tarafından çıkartılıyordu. Bu şap madeni nedeniyle Yeni Foça kasabası kurulmuş ve bir sur içine alınmıştı. Elde edilen şap gemilerle Yeni Foça'dan Midilli'ye taşınıyor ve oradan da Avrupa'ya satılıyordu. Yeni Foça ile Çandarlı arasındaki kıyılardan bu gemilere yapılacak korsan saldırılarını engellemek için de kıyıda kaleler inşa edilmişti. Çandarlı ile Dikili arasındaki Çorcia adası üzerindeki kule bu dönemden kalmadır. İşte bu şapın nasıl elde edildiğine dair o dönemin tarihçilerinden Dukas'ın anlattıkları.
"İonia'daki Fokida (Foça Yöresi) yakınında bir dağ vardır ki ondan şap cevheri çıkarılır. Kayalıkların uç bölümünden çıkan bu taşlaşmış madde, önce ateşle sonra da su ile temasa getirilir ve o zaman çözünüp kum gibi olur. Taştan elde edilen bu kumu, içi su dolu kazanlara atıp birinci kaynamadan geçirdiklerinde, geriye kalmış olan madde daha da fazla çözünmüştür, sonuçta o kumun kaynayan eriyik içinde sanki sütün kesiği gibi kalın ve katı kısmı kalır; kuru ve topraksı kısmını ise
işe yaramaz diye atarlar. Ardından bu eriyiği teknelere akıtıp dört gün geçinceye kadar dört gün geçinceye kadar bırakırlar; o zaman eriyiğin bulunduğu kapların kenarlarında eriyik pıhtılaşıp katılaşır ve kristal gibi ışıldamaya başlar. Ayrıca kabın dibi de bu kristal benzeri zerrelerle dolar. Dört gün geçince geri kalan eriyiği kaplardan çıkarırlar ve kazana atıp ona yeniden su katarlar, böylece kaynama derecesine gelir ve hemen onu yeniden, yukarıda anlattığımız gibi teknelere dökerler. Sonunda şapı ayrıştırdıktan sonra, uygun mekanlarda depolarlar. Bu maddeye boya üretimi yapanların mutlak gereksinmesi vardır. İşte bu yüzden doğudan batıya yelken açmış bütün
gemiler ambarlarının dip bölümünde şap taşımayı gerekli sayar. Fransızlar, Almanlar, İngilizler, İtalyanlar, İspanyollar, Araplar, Mısırlılar ve Suriyeliler, hepsi o dağdan çıkma şapı boya sanayinin
gereksinmesi için kullanırlar." Mikhael Dukas, Tarih, (çev. Bilge Umar), Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2008, 143.
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Not. Adını en büyük anfimize verdiğimiz Metin Ceyhan hocaya sitemlerimi gönderiyorum. "Meyhane mukassi görünür taşradan amma..."

ERSİN DOĞER- 11.12.2011


Pazar Musahabesi (ne zaman okursanız okuyun, bana ne)

KARLİSDE SINIFSAL AYRIMLARA SON! 18.12.2011

Sevgili Emekli ve halen Emekçi Karlisliler ve DEM Akademisi'in değerli üyeleri hepinizi hürmetle selamlarım. Başlık sizi şaşırtmasın. Geçen hafta Yüce Karlis'de bazı sinsi mihraklar tarafından iki farklı sınıf yaratıldığını şahsen müşahede etmiş bulunuyorum.
Evet Karlis'de artık iki sınıf var. Emekliler ve Çalışanlar. İktidarda olanlar ve Karlis'in tüm olanaklarından istifade eden Emekliler ve ne yazık ki emeği ile çalışan ve Karlis'in hafta içinde yapılan ve yeme içme üzerine düzenlenmiş şenliklerinden yararlanamayan benim gibiler.
Aşağıda bu konuyu daha derinlemesine açacağım ve çalışan biri olarakn ya bu mücadeleyi kazanacağım ya da emekli olup ben de sınıf değiştireceğim.

Geçen haftanın gündemine şöyle bir göz atalım.

1) Mustafa Karluk'un bana karşı 2-0 öne geçtiği kardeşimiz Dr. Alper Kaya ziyareti. Efendim bu ziyaretin kadrosu içinde onun yerine önce ben düşünüldüm. Fakat o teklif yapılırken yanımda Mustafa da vardı. Gönül koyar diye kabul etmedim ve Erkan'a "Neden Mustafa Karluk'u
düşünmüyorsun, temsil yeteneği yüksektir, sonra takım elbisesi ve elbiseye uygun renkli kravatları var, tek handikapı gittiği misafirliklerde aklı fikri ne ikram edileceğindedir, o kadar kusurunu
görmemezlikten geleceksin artık" dedim. Erkan'ı ikna etmek zor oldu. Çünkü ben çalışan insanım Cuma günü dersim vardı o yüzden gelemedim. Durumu görüyorsunuz, arkadaş dediğiniz böyle olur 5 dakikada sattı beni. Allah arkadaşın hayırlısını versin ne diyeyim!

2) Haftanın ikinci olayı - ki birkaç haftadan beri sukünetle sürüyordu - Enderciğimin Karlis korusu yaratma arzusu. Kampanya dediğim gibi birkaç haftadır sürüyordu ama Karlisliler de ayak sürüyordu ve sonunda kampanya bilgisayar ortamında "Karlis Korosu"na döndü. Arkadaşlar "Dur
bakalım şimdi ne olacak" politikası güdüyorlardı ki Ender'in narası patladı. En çok korkanlardan biri de kaçınılmaz olarak bir azınlık mensubu olarak ben oldum ve dün akşam Barbaros'a uğrayıp bir 50 lira uzattım. Barbaros "hocam bu ne parası?" dedi. Ben geçen haftalarda da 100 yıl forması için bir 70 lira bayılmıştım ya artık alışmışım. Birisi hafif yollu aba altından sopa gösterince ben soluğu Barbaros'da alıyorum, elim kendiliğinden cebime gidiyor. Barbaros'a "Ender Ağam'a benden küçük bir ikram" dedim. Barbaros nedense pek soğuk davrandı, etrafta kamera var mı sandı bilmem, yarın dükkanın daha tenha bir vaktini yakalayıp yeniden şansımı deneyeceğim.

3) Lokma gününden sonra aşure günü ve Mustafa Karluk yine objektifin önünde glikozun verdiği mutluluk duygusu ile poz veriyor. Farkında mısınız ? Nerede "ham" var Karagöz orada. Şimdi siz sorarsınız "ham" nedir diye, Tunç Özay ağabey bilir, o açıklasın. Adam aşureyi mideye indirmiş, soruyor "Profiterol günü ne zaman? Birisi bu arkadaşa dur desin, kim der, kim cesaret eder? Adam Refii Cevat Ulunay'ı da aştı, Karlis'de Perşembe yazılarının tiryakileri oluştu (hayda şimdi de
Tiryaki ne demek diye tutturur) benim gibi.

4) Bugünlerdeki görevlerimden biri de haftada bir iki gün Recep Altınay'a uğrayıp onu sakinleştirmek. Çocuk yabancı dilde yazılı dükkan tabelalarına kafayı taktı. Duruyor duruyor "güzelim Türkçemiz tecavüze uğruyor, dejenerasyonu - pardon Recep – bozulmayı engelleyecek bir Allahın kulu yok mu diye feryatlanıyor. Ben de onu yatıştırmaya çalışıyorum. Recepçiğim diyorum "bu durum bu ülkenin kaderidir ve Türklerin Anadolu'ya geldikleri 13. yüzyıla kadar gider.
13. yüzyılda Kayserililer arasında Farsça konuşma, yazma moda iken Tokatlılar Türkçe'ye dört elle sarılmışlarmış. Türkçe her zaman o dönemde moda olan Farsça, Arapça, Yunanca gibi kültür ve uygarlık dillerinin etkisinde kalmıştır. Gerçi bu saydığım diller de diğer dillerin etkisinde kalmıştır. Ama tüm bu yabancı etkilere karşın yine de Türk şiiri, Türk romanı, Türk öyküsü aslan gibi ayakta, Nobel bile kazandık, kendini bu kadar üzme diyorum. Günlük yaşamdaki bu bozulmaların suya yazı yazmak veya eşek os...ğu. değerinde olduğunu söylüyorum. Recebim'in dükkanının karşısında, adı KYO olan dükkandan örnek veriyorum. Recep onu çok uzaklarda olan bir ülkenin (herhal Japonca) sanıyormuş. Yanıldığını söylüyorum, Kyo'nun Arnavutça "bu" anlamına geldiğini, inanmıyorsa Tunç ağabeye sormasını söylüyorum da yatışıyor. Recep duymasın ama tırnak içinde "O'nun Karşıyaka'nın en değerli markalarından biri olduğuna" inanıyorum.

5) Kıssadan hisse nedir bu hafta diye sorarsınız şimdi siz bana. Hukukçu olmamama karşın yıllardır "hukuk nedir?" "yasa nedir?"e kafayı takmıştım. Bir içki tarihçisi olarak bir tanımlama getirdim gibi "Hukuk 5 kez imbikten geçmiş bir rakı olmalı, yasa ise çoğunlukla köpek öldüren tadında. Alın size 2054 yıl önce İzmir'de yaşanmış bir ceza davası ve hükme ilişkin bir öykü :

Dolabella (Publius Cornelius), Romalı general ve konsuldür. Önce Büyük Pompeius'un daha sonra onun rakibi Julius Caesar'ın yanında yer aldı.
Caesar'ın Senato'da katledilmesinden sonra Marcus Antonius tarafından Partlara karşı savaşmak üzere Suriye Valiliği görevine tayin edilmiş, bu göreve gitmek için doğrudan Suriye'ye gitmek yerine yolculuğuna Batı Anadolu'dan başlamıştı. Geçtiği yerleri yağmaladı ve haksız vergiler topladı. Bu arada İzmir'e de uğradı; İzmir'de bulunan Asya Eyaleti Valisi Gaius Trebonius tarafından kente sokulmadı ve birliklerinin surların dışında kamp yapmasına izin verildi Ancak bir gece baskınıyla surları gizlice aşan birlikleri İzmir'e girdi ve Trebonius işkence edilerek ve kafası kesilerek öldürüldü (İ.Ö.43). Söz konusu olayların bilgisi Roma'ya gidince Roma Senatosu onu "Kamu düşmanı" ilan etti. Üzerine gönderilen Gaius Cassius Longinus tarafından Laodikeia'da (Suriye'deki Lazkiye) kuşatılınca intihar etti.
Dolabella'nın İzmir'in erken tarihi içinde olumsuz bir figür olarak görünmesine karşın onun adalet anlayışına ilişkin yine İzmir'de geçen ilginç bir yargılama olayı da ilginçtir. İzmir'de ilk kocasından olan oğlunu öldüren ikinci kocası ve onun oğlunu zehirleyerek öldüren bir kadının yargılanması sırasında hüküm konusunda kararsız kalan Dolabella bu dava için o çağda en önemli ve prestijli mahkeme olan Atina'daki Areopagos adı verilen yüksek mahkemeden görüş istemek
zorunda kalır. Areopagos mahkemesi kadını kocasını ve onun oğlunu öldürdüğü için suçlu bulur, ölüme mahkum eder ancak infazın 100 yıl erteleyerek davayı sonuçlandırır.
Biz bazıları gibi İşkembe-i kübra'dan atmayız. Bakınız : Valerius Maximus, Factorum VIII 1, amb.2; Aullus Gellius, Noctes Atticae XII 7, 1-8; Ammianus Marcellinus, Res Gestae XXIX 2, 19.

Ersin Doğer – 18.12.2011


Pazar Musahabesi, muhakkak okuyun yoksa darılırım!

Bu Musahabe 2011’in son yazısıdır. 2012 yılında hepinize mutluluklar ve sıhhatler dilerim. Geçen hafta su gibi geçti. Şu ana kadar bir hafta içinde gerçekleştirdiğim eylemler aşağıdadır. Saygılarımla.

1) Her hafta olduğu gibi Perşembe Yazarı’nın saldırılarına karşı azınlık haklarımı savundum. Fakat şu anda hakkımda ne yazdığını tam hatırlamıyorum dönüp bakmam gerek, birkaç dakika beklemeniz gerekecek………………tamam buldum beni Erdoğer’e benzetmiş, o beyefendiyle hiçbir ortak tarafımız yok – megaloman olmamız dışında, hatırlatın bir gün size Megalomani Duygusunun Dünya Tarihine ve Uygarlığa Katkısının Tarihi’ni yazayım. Ama aralarında sevdikleriniz de olabilir haberiniz olsun – Karlis’de azınlıkta olan benim, Karluktaroğlu değil, Karlis’deki oy oranım olsa olsa %5 olur, onun gibi %95 değil, dikkat edin Adam 3 ÇOCUK YAPIN dedi, kimin 3 ÇOCUĞU VAR, bir araştırın, sırça köşkte oturup başkasına taş atma paşam!

2) Sayın Karluk benim “devletin kaynaklarını kullandığımı, yazılarımda kullandığım kaynakların hep devletin kitaplığından” alındığını söylüyor. Doğru söylüyor ama hangi devletin veya devletlerin olduğu söylemiyor. Evet kitaplarımı Fransa, İngiltere, Almanya, A.B.D gibi tüm büyük devletlerin 200 yıl boyunca kendi ülkelerinde veya Atina ve Roma gibi kentlerde kurdukları Arkeoloji Enstitülerindeki tüm kütüphanelerden alıyorum. Allah kopyalama usullerini icat eden kardeşlerimden razı olsun, onlar sayesinde yazabiliyorum. İzmir Tarihi yazmak istiyorsanız bu kentte yazmanızın imkanı yok muhakkak yurt dışına gitmelisiniz, biz arkeologlar için evden kaçmanın en iyi bahanelerinden biridir tabi eşiniz de ayni işi yapmıyorsa…

Eh be Mustafa senin akademik dünyadan haberin yok, olsaydı daha dikkatli konuşurdun, sen hiç Ege Üniversitesi Kütüphanesine geldin mi? Hiç Türkiye Üniversiteleri kütüphanelerinden medet umarak bilim yapılır mı sanıyorsun, en azından bizim alanda…..

3) Moderatörlerden bir ricam var, Perşembe yazarı ile arama girmeyin, aramızdaki kavgada onun lehine İHSAS-I REY’de bulunmayın, benim lehimde bulunursanız mesele yok, ama sabrım taşarsa ÖZKARLİS’E geçerim! anlayan moderatör anladı, diğerleri alınmasın lütfen!

4) Geçen hafta “DEDEMİN İNSANLARI”na gittim, çoğunlukta olanlara, kendini öyle hissedenlere tavsiye etmem ama benim gibi azınlıktan iseniz gidin, o adi yönetmen her filminde bizim gibilere gözyaşı döktürmeye yeminli. Ayrıca kendisini mahkemeye vereceğim, benim çocukluk öykümü çalmış, sinema yapmış, para kazanıyor…

Çocukken Menemen’de ağır kişisel ve etnik baskılara maruz kalmıştım, aklıma onlar geldi, sinemada hüngür hüngür ağladım. Uğradığım kişisel aşağılamalardan biri “ERSİN MERSİN TOKADIMI YERSİN” idi, BU TRAVMA yıllarca sürdü. Yeni yeni unutuldu, bir yerden yeniden hatırlanır diye ödüm kopuyor.

İkinci aşağılama ise “ARNAVUTİ ZOTİ KIRMIZIDIR GOTİ” idi. Neden böyle dediklerini anlamıyordum, sonradan büyüyünce Zoti’nin anlamına öğrendim “Bey” demekmiş, ama hala Goti’nin anlamını bulamadım, belki de beni Beşiktaş’a gelen Guti’ye benzetiyorlardı o zaman ne bileyim!

EN BÜYÜK TRAVMAM İSE ASLIMIN BİRLİKTE YAŞADIĞIM İNSANLARDAN FARKLI OLDUĞUNU ÖĞRENDİĞİM GÜNDÜ. İlkokul dördüncü sınıftaydım. Bir gün babamın Menemen’deki fotoğrafçı dükkanına rahibeler gibi siyahlar giymiş yaşlı bir kadın geldi. Öp büyük halanın elini dediler, öptük, babamın halası imiş, Arnavutluk’dan geliyormuş, Arnavutluk’da çok Türk var mı bizim gibi dedim. Kadın ne Türk’ü dedi, biz Arnavutuz, yahu etme eyleme, ben her sabah her çocuk gibi bağıra çağıra andımızı, haftada iki gün “korkma sönmez şafaklarda”yı okuyorum. Boyum uzun olduğu için askerlik dahil, bayrağı hep ben taşıyorum.

Bir de Kubilay İlkokulu’nda İstiklal Harbi’ne ilişkin ne zaman bir piyes sahneye konsa Yunanlı subay rolü için ben aranıyordum. Çocukluğunda düşman subayı yaptığınız bir sabiden daha ne bekliyorsunuz Sayın Mustafa Karluk Türkü.

5) Geçen Hafta bir ara sevgili Fırat’ın yazısından etkilendim, ajite oldum yani çalkalandım ve sayın Metin Ceyhan’ı Allah’a havale ettim, sağ olsunlar kendileri bu havalemi kabul ettiler ama ben daha ne yapayım, elimden gelen ancak bu dediler.

6) Kıssadan hisse, küçük tarihsel öykü nerede diyenlere: 1699 yılında Girit’i ziyaret eden François Tournefort’dan bir pasaj “Adadaki Türklerin çoğu dönme ya da dönme oğludur; dönmeler genellikle gerçek Türkler kadar namuslu değildir. İyi bir Türk domuz yiyen ya da şarap içen Hıristiyanları görünce tek laf etmez; bunları gizli gizli yiyip içen dönmelerse Hıristiyanları azarlayarak hakaret ederler.” Tournefort Seyahatnamesi, Kitap Yayınevi 2005, İstanbul, Sayfa 89.

24.12.2011 Ersin DOĞER


PAZAR MUSAHABESİ. "Haftanın 7 günü Okunabilir" -08.01.2012

Sevgili Karlisliler,

Sizlerle yeniden buluşmanın anlatılmaz mutluluğunu yaşıyorum dersem de inanmayın, yazı yazmanın ne demek olduğunu yazı yazanlar anlar desem ona da inanmayın, baksanıza
Perşembe yazarı aklı sıra bu Perşembenin KAĞIT PARÇASI'NDA benim PAZAR
MUSAHABESİ'ni akşamdan kalma olduğum için yazamadığımı ima etmeye çalışıyor. Tabii ona yılın ilk sürprizini yaptığımı bilmiyor sazanım.
Yazdım ama soğan suyundan klavye ile yazdığımı anlamamış. Soğan suyu klavye kullandığınız zaman yazı görülmüyor, eğer ekranı arkasından ateşe tutarsanız okuyabiliyorsunuz. İnanmazsan dene paşam, gör bak senin için neler yazmışım!

Aslında yazımı bitirip gönder tuşuna basınca birçok gündem maddesini unuttuğumu fark ediyorum. Örneğin 15 gün önceki yazımda da şu "DÜNYA KARŞIYAKALILAR GÜNÜ" asparagasından ve bu KUTSAL günü kutlama yemeğinden saygı ile bahsedecektim. Gerçekten bu günü almak için Birleşmiş Milletler'e başvurmayı akıl eden K.S.K.li dostlarımı kıskandım, BU BAŞARI'nın nasıl gerçekleştiğini anlamak için New York'daki Birleşmiş Milletler binasında görev yapan Göztepeli bir diplomat arkadaşımdan durumu sordum, Örgüt'ün karıştığını, Genel Sekreter Ban Ki Moon'un soruşturma açtırdığını öğrendim. Onlar da şaşkın, çünkü "DÜNYA KARŞIYAKALILAR GÜNÜ" beratındaki genel sekreter mühürü gerçekmiş. Kasım ayına ait tüm kamera kayıtlarını incelemeye almışlar, 3 Kasım gecesi yüzleri teşhis edilemeyen iki kişi tespit
edilmiş, genel sekreterin odasından çıkarken, birisi 2 metreden fazla birisi ise diğerinin beline kadar geliyormuş. Soruşturmanın sürdüğünü söyledi diplomat arkadaş....

Yemekte herkes çok mutluydu. Karşıyakalıların Türk Ordusu'nu ne kadar çok sevdiklerini, bağırlarına bastıklarını gördüm. Sivil elbiseyle yemeğe katılan bir pilot binbaşı ile fotoğraf çektirmek için birbirlerini çiğnediler. Bu birilerine bir mesaj mıydı ne?

Allah Vehbi Moğol'dan razı olsun, kendisi ne kadar büyük bir "Khartofylaks" olduğunu yine gösterdi. Meğerse Göztepe 1961 yılında Kasımpaşa ile şike yapmış (aha Ersin sen aranıyorsun, yakında içeriye girersin, ulan oğlum delikanlı Kasımpaşa şike yapar mı, şuna Beylerbeyi desene salak), zamanın Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel o yüzden Göztepe'ye kızıp Karşıyaka'ya yerleşmiş. 3 yıl ligden men etmişler Göztepe'yi, oh olsun ama YÜCE ADALET tecelli etmiş de, Göztepe beraat
etmiş, ben o zaman küçüktüm, yoksa tutar mıydım Göztepe'yi!

Ne yalan söyleyeyim, 2011 yılının son iki ayının yıldızı kim derseniz Faik Ağabey derim, kendini MİZAH YAZARI zanneden Mustafa Karluk gör bak analar ne mizahçılar doğuruyor. Ama Faik Ağabey kendine bir gün seçsin, M.K. ile yazıları karışmasın lütfen.
Uyum yasalarına ben de karşıyım aynen Mewtin Cyehan gibi, ben de üstünde, altında çalışıyorum onların, hiç merak etmeyin, emperyalizme boyun eğmeyeceğiz, yakında şiirler yazmaya başlayacağım Kenan'ım Kader'im gibi.
Yakında Y.Ö.K'de kendini Avrupa Uyum Yasaları'na uyduracakmış diyorlar. 1 yıldan beri Bologna Sürecine uyacağız diye anamızı ağlattılar - gerçi benim asistanın anası ağladı, çocuk bunalıma girdi,
1 ay izin aldı - sonradan öğrendik ki dünyanın en eski üniversitesi olan Bologna Üniversitesi süreci iplememiş bile. Yakında öğrenciler "hocam, öğretmenim" demeyi bırakır "hop bilader, bir bak hele" demeye başlarlar.


Bakın görün bu Keşan Müftüsü başımıza neler açacak yakında. Avrupa'nın inançlı Hıristiyanları hareketlenmeye başlamış aldığım haberlere göre. Avrupa'nın ve Amarika'nın büyük kentlerinde yüz binlerce insan müftü efendi aleyhinde gösterilere başlıyormuş "KUTSALIN VARSA KUTSALIMA
SAYGI GÖSTER!" miş temel slogan. Çok alınmışlar, Santa Klaus'a, Noel Baba'ya, Aya Nikola'ya, Hagios Nikolaos'a hakaret edildi diye. Hatta daha radikalleri La Regle (Türkçesi'ni siz bulun) diye gizli örgüt kurup ölüm timleri oluşturacaklar mış mış müftümüze kastedeceklermiş miş! Demreliler de bozulmuşlar. Bizim hemşehrimiz dama çıkmaz, bacadan girmez, hemşehrimiz topraklarımızda binlerce yıldan beri gelenek olmuş, bize has değerlerimizin başında gelen "BİR ELİNİZLE HEDİYE VERİRKEN DİĞER ELİNİZ BİLMESİN" terbiyesi içinde yetiştirdik biz hemşehrimizi deyip müftüyü protesto etmişler.


Böylece Metehn Chylen'in sayıp durduğu öz hasletlerimizden birini de tespit ettik sayın Recep Altınay. Bu bir... ileride tüm hasletlerimizi tek tek sayalım ve tespit edelim ki elin gavurunun hasletleri ile bizimkiler karışmasın, neme lazım, yabancılaşmayalım özümüze di mi?

Ayrıca benim kutsalım da Smyrna ve Kordelio sözcükleridir. Bunlar vatanımın öz be öz isimleridir. Bu adları Fransa'dan, Amerika'dan ithal sanma, biri dört bin, diğeri üç bin yıllıktır. Biri senin
dükkana 2 km, diğeri 10 km uzaktadır. Lütfen muhafazakar olacağım diye Kutsalıma dokunma Recebim!
Faik Ağabey'in ithal hemşire haberi de değişik inançtaki erkek hastalar arasında sevinç yaratmış, sevinçten hastalarda iyileşme belirtileri azalmaya başlamış, kimisi İran'dan gelen örtülü
hemşireleri, kimisi ise Brezilya'dan gelen üryan hemşireleri bekliyorlarmış iyileşmemek için. İranlı hemşireler saptanmış, Brezilyalı hemşireleri seçmek için Rio Karnaval'ı bekleniyormuş,
sağlık nezareti bir seçim heyeti gönderiyormuş Brezilya'ya diyorlar - bu arada aklıma geldi. Karnaval sözcüğü et yeme yasağı anlamına gelir gibime geliyor. Rio'da yasak kalkınca etler sokağa dökülüyormuş -
Yüce insan Ahmet'im Karluk'umun kızına ben de iş aramaya başladım. En büyük avantajı babası, ama en büyük dezavantajı ise ismi lazım değil amcası. Pek seveni yoktur, kızımızın iş bulma konusunda tek zorlanacağı durum budur. Şimdiki amcasından istifa eder, dilekçeyi bana gönderirse şansı artar, benden söylemesi. Başarılar dilerim ama ben çalışmaya karşıyım bu arada.
Mustafa Yakutlar (yakışıklı sarışın ağabeyimiz) Ağabey'e Dem Akademisi'ne ithaf ettiği şiir için akademinin rektörü olarak üyeler adına teşekkür ediyor ve kendisini gelecek senato toplantısına davet ediyorum. Benim üyeleri uyarmaktan dilimde tüy bitti, "arkadaşlar gelin rakı yerine toplantılarda kırmızı şarap içelim ,en azından kokusu çıkmaz" diyorum dinletemiyorum. Gördünüz mü anason kokusu senato binasından çıkmış Mustafa Yakutlar'a kadar ulaşmış, o da bu
kokuya dayanamayıp şiiri patlatmış "anasonum, beyaz kuğum ....v.s."

Lütfen Filorina neresi demeyin açık haritaya bakın!
Feyzullah ve Çetin Oktay kardeşler bu hafta Salı gecesi bir Filorinalılar Gecesi düzenlemişler, eşimle beni de davet etme nezaketini gösterdiler, gittiğimizde kapı açıktı, ev sahipleri yoktu bizi diğer misafirler karşıladı, meğerse Filorina doğumlu büyüklerimizi almaya gitmişler. Biri Oktayların annesi, rahmetli sanat tarihi hocam Mastaba Sadullah'ın eşi hanımefendi kapıdan içeriye
girdi, küçük dilimi yuttum, rahmetli Şevket ninemin ikiz kardeşi karşımda duruyordu ve 90 yaşını aşmıştı (Şevket ninem 100 yaşına hakkın rahmetine kavuştu, 95 yaşında torunun sürdüğü motorsikletin arkasına binip düğüne gidiyordu). Birkaç dakika sonra muhteşem yakışıklılıkta 90 üstü bir delikanlı daha kapıdan içeri girdi. Hakim Sadık Amca (Elçin). Prof. Dr. Şükrü Elçin'in kuzeni (o da iki yıl önce vefat ettiğinde doksanı aşmıştı). Filorina'da 90 yıl önce doğmuş o güzel kenti ve kırlarını ardlarında bırakıp gemiye binip güzel İzmir'e ulaşmış iki güzel yaşlı. Eh benim de buna bir yanıt vermem gerekiyordu. Gittim Feyzullah ile annemi aldım, getirdim. O da 90'lık, o da Filorina doğumlu, yalnız nüfusuna bakmayın orada Filorida yazıyor, o kadar olacak katip hatası. Oldular size bir masada üç Filorina çınarı. Sonunda akraba çıktılar. Küçük bir Balkan kasabası, Balkan Savaşı'ndan önce Manastır'ın kazası, kış boyunca karın eksik olmadığı, ilkbaharda ve sonbaharda adamı çıldırtan doğasının renkleri, Preşpa gölleri, Necati Cumalı, kendini dünyanın en büyük şairi ilan etmiş olan Filorinalı Nazım'ın memleketi. Makedonların Lerin'i, Türklerin Fılırnası.

Masadaki 3 Filorinalı'nın yaşlarının toplamı diğerlerinin toplamından fazlaydı. Kafamda bir şimşek çaktı, mesleki deformasyon işte. 100 yaşında ölen Şevket Nineyi, dedemin kuzeni İzmir albümlerinden tanıdığınız 97 yaşında ölen Foto Cemal'i, Allah uzun ömür versin 97 yaşındaki hocamız Halim Erker'i, 95 yaşında zıpkın gibi görünen hocamız Manastırlı Hasan Tahsin Abakan'ı, ardından 95'indeki Manastırlı Kenan Paşa'yı düşündüm. Çok yaşamanın sırları ve genetiği için Kafkaslara gitmeye ne gerek var genetikçiler, sağlıkçılar, Filorina'ya gidin.....

Tam Pazar Musahabesi'ne son noktayı koyuyordum ki flaş, flaş, son dakika haberleri arasında Mustafam Karlukum'a dört bir yandan saldırılar gelmeye başladı, zavallı arkadaşımı dört kişi aralarına almışlar, Allah yarattı demeden vuruyorlar, boyu kısa olanlar (Mehten Cheiilan gibi) alttan alta tekmeyi yapıştırıyor, Ormancı Ender sağdan, Uğur Dayı soldan, Serdar Gök ise acımadan husyelerine girişmişler, bir taraftan da Recep Altınay sırasını bekliyor. Hop, hop diye şimdiden
itibaren naramı patlatıyorum. M.K.'yı kimseye yedirmem onu kanatlarımın altına alıyorum, o benim kırk yıllık eğlencem. Saldırılar sürdüğü takdirde Karlis'deki sütunumu kendisine açıyorum, bundan sonra Pazar Musahabesi başlığı altında hissettirmeden yazabilir, Karlis'de bir kampanyada ben açıyorum "Yetim ve Öksüz Mustafaları Koruyalım ve Yaşatalım". Herkes 1 ağaç bağışlayabilir, toplanan bağışlar M.K.yı korumak için badyguard masraflarına harcanacaktır. Ben bu hafta neden çoştum hiç anlayamadım, anlayan vrsa beri gelsin, siz bunu 2 Pazar'lık kabul edin lütfen

Sevgili KARLİS li arkadaşlar, 2012 de ezber bozuyoruz. Bu yazıyı anlayamayanlar Perşembeye kadar beklesin.

İmza: Çakma Ersin

15.01.2012

Sevgili Karlisliler

Tarzımı değiştirdim, Perşembe Yazarı'nın zeka düzeyine uygun başlıklar halinde yazıyorum, lütfen siz üzerinize alınmayın. Teşekkür ederim.

Postmodern bir Habil-Kabil Öyküsü, Mustafa-Ahmet Karluk Kardeşler

Mustafa’nın son Perşembe yazısının ekindeki fotoğrafı hatırlayanlar yukarıdaki başlığın hikmetini anlayacaklardır. “Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez” derler.

Biz, Küçük Ahmet’i “Yüce İnsan” ilan edelim, bu ünvanın Karlis Kamu Bilinci’ne kazınması için ısrar edelim, Siz ağabeyi tarafından ince rikkat ruhlu, başı önünde, namazında niyazında, utangaç, hep duvar dibinde yürüyen, karınca ezmez Ahmedim’e yapılan muameleye bakın. Utanç verici bir “Ayı-Avcı” anıştırması. Protesto ediyorum, herkesin de bana katılmasını istiyorum. Lütfen burada bana Habil-Kabil Öyküsü nedir? diye sormayın vallahi ayıp yahu.

Hayvanat Bahçelerini Basıp Tüm Hayvanlarını Özgürlüğe Kavuşturma Örgütü Kuruyorum. Var mısınız ?

Arkadaşlar Salı gecesi Menemen’deki arkadaşlardan gelen bir davete icabet etmem gerekti, İzban’a bindim, Menemen İstasyonu’nda indim; bilenler bilir, istasyondan merkeze gitmek için iki cadde vardır, soldaki Şehit Kemal İlkokulu ve Lise’nin önünden geçer, 20 yıl o mahallede oturunca nostalji yapıp o cihetten gitmeye karar verdim. Yolu trafiğe kapatmışlar, iyi yapmışlar, akşam karanlığında gözüme yolun ortasında alçak duvarlı üstü kafesli bir şey (artık kent mobilyası diyorlar) çarptı. Dikkatli bakınca içinde tavşanlar olan bir minyatür hayvanat bahçesi gördüm, 10 metre gittim, Lise kapısının karşısında bir tane daha, 10 metre sonra içinde güvercinler olan bir kafes daha.

Belediye başkanını tebrik ederim, Erhan Bilgen’e bir soralım Basel’de yolun ortasında böyle bir minyatür hayvanat bahçesi yoksa, hemen haber verelim yapsınlar, Basel eksikli kalmasın.

Hergün sağdan 1000 azgın liseli, soldan 1000 gürültücü ilkokul öğrencisi tavşanlar ile güvercinlerin enselerinde boza pişiriyorlardır herhalde. Biz insanlar STRES denen illetin sadece bize özgü olduğunu sanıyorlar.

Bu dünyada insan haklarına gösterilen saygının %1’i hayvanlar için gösterilse dünya cennet olur. Hayvan sevenler arasında kedi ve köpek lobicileri çok güçlü, seslerini duyurabiliyorlar; bugünden itibaren “HAPİS TAVŞANLARA ve GÜVERCİNLERE ÖZGÜRLÜK ÖRGÜTÜ” (HTGÖÖ) kurup kafeslere saldırılar planlıyorum. Örgüte katılmak isteyenler lütfen ekteki formları doldurup adresime göndersinler. Eskiden merkezi yönetimlerin duyarsızlığından şikayet ederdik, başımıza bir de orijinal fikirli yerel yönetim babaları çıktı. Hem de çoğunluğu SOSYAL DEMOKRAT. Bunları CHP yeniden Parti Okulu’na alıp eğitmeli.

Bunlardan bir tanesi de 15 yıl önce Genel Başkan Deniz Baykal ile birlikte Menemen’de “Gediz’de Kirliliğe Son” kampanyası açarken gizlice çaya çöp döküyordu. Tövbe tövbe…


Odysseus Mustafa Karluk Benzerliği

Müthişsin Erhan, şeytanın aklına gelmez bu benzetme. Seni Hellen Mitolojisi konusundaki derin bilginden dolayı tebrik ederim. Homeros, her birkaç satırda bir, Odysseus’un ne sahtekar, ne üçkağıtçı, ne fırsatçı, ne hilekar olduğunu anlata anlata bitiremez, Tahta At hilesini bile bulan Mustafa Karluk’tur pardon Odysseus’dur. Yoksa bilmiyordun da HİSS-İ KABLEL VUKU’muydu bu benzetmen.

Bana verdiğin rolü seve seve kabul ediyorum Erhancığım, Mustafa’ya seren direğinde öyle bir düğüm atarım ki Kral Gordios “bunu ben bile yapamazdım” der ve çözmek için yeni bir MEGAS ALEKSANDROS bekleriz.

Yalvarırım herkes Erhan gibi böyle güzel şeyler yazmaya çalışsın da bizimkinin megalomanisi biraz törpülensin, yoksa her hafta yazısını yazdıktan sonra bana telefon edip “nasıldım ama bu hafta?” diye böbürleniyor.

Madem Foça’dan ve Orak adasından (antik dönemde adı Alopeke “Tilkikuyruğu” idi. Ortaçağ’da ise Drapena “Tırpan” oldu. Biz de Orak yaptık) söz açıldı. Fırsattan istifade ekte bir makalemi bulacaksınız, İzmir kıyılarındaki küçük adalarımızın tarihini anlatan “Ellenlerin Adaları Varsa Türklerin de Adacıkları Var!” başlıklı. Yalnız dikkat edin ilk sayfasını ben yazmadım içime bir Yunanlı girdi o yazdı, Türk milliyetçileri küfür ederseniz ona edin benim günahımı almayın lütfen.

Bu haftalık bu kadar, kısa kestik ki “Aydın Havası” olsun,

Haftaya “YENİ ÇİFTLERE 50 YILLIK NİKAH SALONU: FUAR EVLENDİRME KÜMESİ”

Müzmin Muhalif Ersin 69


Pazar Musahabesi Karlis ilavesidir, parayla satılmaz

29.01.2012

Sevgili Karlisliler,

Geçen hafta geçirdiğim grip rahatsızlığı karşısında gösterilen yoğun ilgi ve alaka için şükranlarımı belirtirim. Hepiniz sağ ve sihhatli olun. Ancak isimlerini vermek istemediğim bazı arkadaşların gerek bizim apartmanın, gerekse Beşikçioğlu Camii önüne gönderdikleri çelenklere bir anlam veremediği de belirtmek isterim.

Ayrıca Karlis’in en değerli siyasetçisi Sayın Recai Acar’a geçmiş olsun temennilerimi sunar, bundan sonra çevresindeki dolaplar için gözünü daha çok açmasını öneririm.

Ayrıca Vehbi Moğol’un yeni yaşını kutlar, öksürük krizim nedeniyle kutlama törenlerine katılamadığım için üzüntümün hala geçmediğini belirtirim.

Geçen haftanın en önemli olayı üzerine görüşlerim aşağıdaki gibidir. Ne yaparsanız yapın.

“ DEM AKADEMİSİ NASIL KURULDU, AKİBETİ HAYIRLI OLACAK MI?”

Kendiliğinden gönüllü bir meyhane topluluğu oluşuyor, önce 5-6 kişi ile başlıyor, bir kısmı eski dost oluyor, bir kısmı ilk tanışıklıklar.. Bana göre hayattaki en tehlikeli iki şeyden biri tanımadıkların ile meyhane masasına oturmaktır. Diğerini siz bulun.

Muhabbet koyulaşıyor, kimse kimseyi dinlemiyor, her kafadan bir ses çıkıyor, evde karşılaşılan baskı ve zulümler birkaç saat için unutuluyor, asla gelecekten söz edilmiyor – o nedenden hiçbir meyhaneden futurist çıkmıyor - hep geçmiş, hep hatıralar konuşuluyor, fotoğraflar çekiliyor, öpüşülüyor, dağılınıyor (bu fiil çekimini ben icat ettim, gramer kitaplarında aramayın). Fotoğraflar ertesi günü Karlis’de yayınlanıyor. Gelenler, gelmeyenlere hava atıyor. Prestij ile bir puan kazanılıyor.

2 ay sonra yeni bir muhabbet-i meyhane’de buluşuluyor; bu kez ilkini kaçıranlar masada yer bulamama korkusuyla meyhanenin önünde yatıyorlar; 15 kişi olunuyor, yine her kafadan bir ses – işte o içten gelen günlük acılarla yüklü protest feryatlara hastayım ben – yine kimse kimseyi dinlemiyor, bazıları kumrular gibi hiç konuşmuyor, bazıları zırt pırt nutuk atmak istiyor. İşte benim hayalimdeki “ANARŞİST MEYHANE MASASI”.

Olayın bu şekilde sürmesi gerekirken, önce evini, sonra işyerini, kentini, ülkesini, dünyayı ve nihayet Hades’i düzene koymak isteyenler, bu içinde “letafet” olan masum etkinliğe de el atıyorlar ve ona ciddi bir ad takıyorlar : “DEM AKADEMİSİ” Breh, breh… Prosedür cahilleri YÖK’den izin almadan akademiye bir de Rektör atıyorlar. O rektör denen adam da “Akademi’nin rektörü olmaz arkadaşlar, müdürü olur” demiyor, eh haklı, kolay mı en kariyerli makamı kapmış, adam yüksele yüksele ancak dekan yardımcılığına kadar yükselebilmiş, ukte kalmış paşamın içinde.

Neyse, Rektör efendi başlıyor fakültelere dekan atamaya. Kimya mühendisini Fen Fakültesine, şairi Edebiyat Fakültesine, muhasebeciyi İşletme Fakültesine, yüzücü eskisini Spor Yüksek Okulu’na…

Üçüncü senato toplantısı vakti geliyor, adamın biri yeşil kırmızı grapondan yapılmış cüppeleri yüklenmiş içeri giriyor; işler giderek ciddileşmeye başlıyor - gerçi Rektör’ün ülkesinde “her şey vahimdir, ama hiçbir şey ciddi değildir” - daha doğrusu resmileşmeye başlıyor, gerçi her resmi şey de her zaman ciddi değildir ya neyse…

Yine kimse kimseyi dinlemiyor, sesi en gür olan kazanıyor, kendini meta zori dinletiyor, birkaç gün herkes sesi kısık dolaşıyor.

Bir de kendine hitabet yeteneği vehmedenler var ki, Palisse Gerçekleri’ni “hayati sorunlar” mış gibi takdim ediyorlar – ama hepsini seviyorum-

Gel zaman git zaman, Fen Fakültesi Dekanı mütekait kimya mühendisi arkadaş fakültesindeki sınavlarda görevli asistanlar ile kopya çekmek isteyen öğrenciler arasında çıkan meydan kavgasından sıkkın canı rakı çekiyor ve senatoyu toplantıya çağırıyor. Rektör de yumuşak yüzlü ya kalkıp “Oğlum Senato’yu rektör toplar, dekan değil” demiyor, hasta yatağında olduğu için dizginleri elinden kaçırmış, fareler bowling oynuyor. Kimse rektörün fikrini sormuyor, sonunda yatağından vakurla doğruluyor ve bir iki telefonla toplantıyı erteliyor, ama sorun biter mi? Bürokratik güçler saldırılarını durdurur mu?

Orman Fakültesi dekanı olarak atadığımız arkadaştan bir mesaj geliyor, “Arkadaşlar senato toplantısı günü, herkes birer fotoğrafla gelsin!”. Hayda demeye kalmadan Karlis’deki ağabeylerin en sporcusu, en yakışıklısı ve en karizmatiği, en hukukçusu “Ne oluyoruz kardeşim, hiyerarşi ne der bu durumda?” deyip sual etmeksizin esas duruş gösterip fotoğrafını gönderiyor. Eh be Nejat Ağabey yüz verdin kediye, yarın senden ikametgah ilmuhaberi, nüfus kaydı, evlilik cüzdanı ve herhangi bir hukuki soruna karşı evdeki en üst mertebeden izin kağıdı istemez mi bu ormancı?

Ben bu korsan akademiden ve gofret rektörlükten tırsmaya başladım bir azınlık mensubu olarak. “Oğlum bu hayırlı bir görev olsaydı sana bırakırlar mıydı” diyorum kendime dinletemiyorum. Allah sonumu hayır etsin. Şubat’ın 7’sine kadar vakit var. Hakkımda soruşturma açılırsa İzmit’e iltica edebilirim ona göre. Benim yokluğumda makama en yaşlı üye masada kimse o başkanlık etsin derim. Vasiyetimdir

Not: Perşembe Yazarı’nın, gerek bilincaltısı gerek ise bilinçüstüsü üzerinde bir “azınlık lideri” olarak bilinçli hiçbir etkim yoktur. Lütfen beni suçlamayın. Anlayanlar ne demek istediğimi anladı, anlamayanlar son yazısının ilk paragrafını yeniden bir okusunlar.

Şuurlu Ersin 69

Pazar Musahabesi Bu sefer Cumaertesi'den – 04.02.2012

Sevgili Karlisliler,

Ne Karşıyakaymış kardeşim, sade macera, içinde ne cevherler var, hergün yeni yeni dahiler çıkıyor, aynen İ.Ö.5. yüzyıl Atina’sı gibi, ilim adamları ve eski çağ tarihçilerinin (Bu alçakların hepsi Yunan dostudur, gerçi Yunanlar kalü bela’dan beri Avrupa’nın kendilerinden nefret ettiklerini söylerler, şarkılarında bile “Elleniki Monaksia” yani “Yunan Yalnızlığı” terennüm ederler) görüşüne göre Atina’da 5. yüzyılda sokakta metre kareye birkaç dahi düşermiş. Bir gün hatırlatın bu dahileri sayayım. Bugünlerde Karşıyaka’da da metrekareye birkaç dahi çıkmaya başladı. Gerçi ben bunların arasında sayılmıyorum. Ama Allah’a şükür geçen haftanın dahilerinden biri ailemin gençleri arasından çıktı kendisi ile iftihar ediyorum. Açıklaması az sonra ama ilk konumuz daha güncel, baş köşede.

Tutun Perşembe Yazarı Kaçıyor!

Kardeşim bahane bulacaksan biraz gerçekçi olsun. Neymiş okuyucularından sömestre tatili istiyormuş, oğlum çocuklarını bahane edeceksen takvime dikkat etsene, yarın okullar açılıyor. Desene “bende espiri bitti, geçen haftaki k.s.k maçında hepsini soğuk hava aldı götürdü, aküyü doldurmam gerek”, veya “Pazar Yazarı’nın sağlı sollu kroşeleri ile ambale oldum, cevap veremiyorum” desene. Merak etme, ben Perşembe günü senin ağzından bir müddet yazarım, kimse anlamaz, yazar sana gönderirim, sen de köşende yaynlarsın, yalnız telif ücretini ben alırım. Senin ağzından kendimi bir aşağılarım, sen bile şaşarsın. Geri dön Mustafa, lütfen.

Yücel Hoca’nın sana ne gibi bir görev verdiğini merak etmedim değil, huylandım bir kere, yoksa son romanlarının kahramanı sen olmayasın. Kitabın başlığı da hazır “Yüzücülerin Efendisi. Kara Mustafa Paşa”. Yeniden suya döndüğünü duydum, yönetici olarak tebrik ederim. Geçen gün toplantı fotoğraflarında seni gördüm. Pek bir evlatlık gibi durgun duruyordun, içim ezildi. Salı gecesi sen Rektör Baş Yardımcısı ilan edeceğim, bir fotograf getir.

Dünyada Olay Yaratan Deha Ürünü QR Pankartın Mucidi’nin Tüm Ailesi Göztepeli Biliyormuydunuz ?

Ben de bilmiyordum ta ki ismi lazım değil bir Dostum bana internetten o malum posteri gönderinceye kadar. Önce anlamadım, pankartta garip garip işaretler vardı, mesajda bu posterin nasıl okunacağı yazılıydı, neyse gerekeni yaptık ve 10 dilde “O…….Çocuğu Göztepe”yi okuyabildik. Tabii ki tüm dünyada pankart manşetlere çıktı. Hatta Liverpool taraftarları hala saçlarını başlarını yoluyorlarmış bu bizim nasıl aklımıza gelmedi diye. Türkün gücünü ve zekasını asla hafife almayacaksın Bildiği tek İngilizce cümle “One Minute” deyip tüm Arap alemini kafa kola bir vatandaşımız almadı mı?

Asıl darbe yine O Dost’tan geldi, “Hocam pankartı sağ üst köşesinden tutan delikanlının resmini büyütürmüsün?” diye mesaj attı biz de uyduk. Ne görelim benin 2 metre 5 cm boyundaki yeğenim değil mi ? iftihar ettim, şimdilik doğduğu günden beri Göztepeli olan babasına hala konuyu iletmiş değilim, bir Göztepeli aileden K.S.K’ye hediye ettiğimiz bu değerli taraftarın kulübe hayırlı olmasını dileriz. Bizim aile Liberal’dir her görüş ve inançtan insan vardır, barış içinde bir arada yaşarız. Yeğenim açık öğretimin tarih bölümüne kaydını yaptırmıştır ama tarih profesörü amcasından henüz bir tarih kitabı istememiştir, sabırla bekliyorum.

DEM AKADEMİSİ Senatosu 7 Şubat Salı Gecesi Toplanıyor, İzdiham Olacağı Söyleniyor

Rektör olarak aldı mı beni bir korku, gençler geçen haftadan idmana başlamışlar haberleri geliyor, herkesten fotoğraflar isteniyor, bazı eski 69’lu solcular “insanlık onuru meyhaneyi yenecek” diye slogan atmaya başladılar bile. Bugün genel sekreterime talimat verdim, gelirken 2 kum saati getirecek, büyük olan rektör için diğerleri ise avamın. Konuşmalar kum saati ile sınırlanacak, siyasi, bilimsel, dinsel konular görüşülmeyecek, iktidar ve muhalefet hakkında eleştirilerde bulunulmayacak, Fransa’ya, İsrael’e, Suriye yönetimine A.B.D’ye, Güney Kıbrıs’a M.C’ye (yanlış anlamayın Milliyetçi Cephe demiştim) verip veriştirmek serbest. Haydi hayırlısı, bu akademi ne zaman kapanır bilmem.

Her Yerde her Zaman Azınlıktan Olmak Ne Zormuş Yarabbim

Karlis’de geçen hafta kan grupları ile ilgili bir istatistik yayınlandı, merak ettim okudum, hayda bir darbe de kan grubumdan yedim. B rh negatif Türkiye’de en az bulunur kan grubuymuş, 100 kişide 1 kişi. Buyurun buradan yakın, ameliyat olmaya kalksak ara ki kanı bana uyan bir B negatif bulasın. Yeni bir kampanya başlatmayı düşünüyorum “Dünyanın Tüm B RH Negatifliler Birleşin, Yoksa Ameliyat Masasında Kalırsınız”.

Tüm Paganların Anthesteria Bayramı Kutlu Olsun

Yine yıl döndü vakit geldi, yarın gene ortadan kayboluyorum. Nedeni uzun her sene aynı şeyi anlatamam, geçen yıl bu zaman yazdığım yazıyı kopyaladım, okuyun irfan sahibi olun. Salı akşamı görüşmek üzere. Öpüldünüz.

“Efendim, önümüzdeki üç gün benim ve küçük bir grubun bayramı, ortadan gizlice yok olacağız ve yaklaşık 3000 yıl uzaktan, atalarımızdan bize intikal eden bir bayramı kutlayacağız. Sizi de alırdım ama kamuya ve yabancılara açık değil, özür dilerim ama bayramımız konusunda küçük bilgiler verebilirim. Efendim bir Anthesterion ayını da sağlık ve sevinç ile idrak ediyoruz. Şubat ayının ikinci haftasının ilk üç günü biz paganların Anthesteria bayramıdır. Bağ ve şarap tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne’nin evlenmesi nedeniyle kutlanan çok eski bir bayramdır.

İlk gün küplerin açılması günüdür (Pithoigia). Ekim ayında küplere konan şıranın fermentasyonu tamamlanmıştır ve kapaklarının açılıp taze şarabın içilmesi günü gelmiştir. Bugün herkes eşittir, imparator, kral, köle, kadınlar, çocuklar üç gün boyunca eğlenirler, şakalaşırlar, köleler efendilerinin hatta kralların, imparatorların poposuna şaplak bile vururlar.

İkinci gün (Khooes) çocukların bayramıdır, her istedikleri yapılır, yeni şaraptan tadarlar, onlara küçük kaplar hediye edilir. Törenler çeşitlidir ama yabancılara daha fazla bilgi vermek yasaktır.

Üçüncü gün (Khytroi) testiler bayramıdır. Aynı zamanda her evde yemekler pişer, ama bu yemekler canlılar için değil, ölmüş atalar, dedeler içindir. Mezarlarına yemekler bırakılır, mezarları içkiyle sulanır, dünyanın nimetlerinden onların da istifadeleri sağlanır. Atalarımızn ruhları bu üç gün boyunca aramızda gezerler, yerler, içerler, bizleri, torunlarını, çocuklarını görürler, geride bıraktıkları kuşakları tanıyıp bayram bitince yerlerine dönerler, dönmek istemeyen olursa yaşayanlar koro halinde sokaklarda “evlerine dönün hayaletler, Anthesteria bitti!” diye bağıra bağıra gezerler.

İşte sevgili Karlisliler, ben gece yarısı şarapları depoladığımız gizli “grotta”ya doğru yola çıkıyorum. Karım bile nereye gittiğimi bilmiyor. 25 yıl önce evlenirken tek şartım şuydu: “Şubatın ikinci haftası 3 gün kaybolacağım, nereye gittiğimi öğrenmeye çalışmayacaksın!

25 yıl boyunca her istediğini yaptım, bir dediğini iki etmedim, adımın kılıbığa çıkmasına katlandım sadece şu 3 gün için…bu inanç bana babamdan kaldı, ona da babasından, ona da babasından…inanç işte…..Allah affetsin!

In Vino Veritas,

Amen!

Pazar Musahabesi Hoşgörüsü

12.02.2012

Sevgili Karlisliler

Kasımpaşa’ya Dokunan Yanar

Beni yine Allah korudu arkadaşlar; bir ara dün niyeti bozup Karluk Kardeşler’e ve Ormancı’ya takılıp maça gitmeye karar vermiştim, ama nerede toplanacakları (tır parkı, ördekli park veya Homeros parkı) konusunda aralarında anlaşamadıkları için vazgeçtim. İyi ki vazgeçmişim, bugün “Karşıyaka’nın En Uğursuz Adamı, Göztepeli Hain” unvanıyla geziyor olacaktım. Sevgili kardeşlerim Profiterol tatlısı Mustafa, Ormancı ve Barbarossa’ya geçmiş olsun demekten başka elimden bir şey gelmiyor şimdilik.

Kardeşim bir geçmişe bakın Allah aşkına, Kasımpaşa kaç vezir çıkarmış bağrından, Karşıyaka kaç?

Merak ettim bu hangi Kasım Paşa diye, küçük bir araştırma yaptım. İşin içinden çıkamadım, birkaç Kasım Paşa var tarihte. Bunlardan biri Yavuz Sultan Selim’in vezirlerinden ve Manisa’ya sancak beyi olarak gönderilen Şehzade Süleyman’ın lalası Cezerizade Kasım Safi Paşa, diğeri ise Güzelce Kasım Paşa. Sonuncusu ise futbolcu kökenli değerli Baş Vezirimiz Erdoğan Kasım Paşa.

Sen ki garip bir Karşıyakasın, Kiminle oynuyorsun, senin neyine gümüş zurna….

Müjde Metin Ceyhan Hoca Pazar Günleri Yazmaya Başladı!

Benim geçen Cumartesi gece yarısı saat 11.45’de baskıya verdiğim yazıyı bahane edip Cumartesi Yazarlığı’ndan destursuz Pazar’a hızlı bir geçiş yapan hocamız, hatırladığınız üzere, hakkımda “Ersin Yunanistan’a put çıkarmaya ve şarap içmeye gitti” olarak özetleyebileceğimiz, içinde HOŞGÖRÜ pırıltıları olan flaş bir haber verdi. Evet sayın hocam, Yunanistan’da “Ana Tanrıça Kibele” törenlerine katıldım, putlara taptım ve bol miktarda “Horiotiko Suci” içtim ve bir kısmını da yere libasyon yaptım.

Kibele Baş Rahibi’nin size çok selamı var. Suudi Krallığı’na bir mektup yazmışlar, 1400 yıldan beri ibadet için yöneldiğiniz “Kıb(e)le”den dolayı isim hakkı ve telif ücreti, hatta Kabe’nın duvarına gömülmüş “Karataş”ı bile geriye istiyorlarmış. Dediklerine göre “Karataş” Tanrıça Kibele’ye tapanlar için vazgeçilmez kutsallıkta imiş ve el sürülmesini istemiyorlarmış. İslam öncesi gökten düşen meteorların düştükleri noktaya bir Kibele tapınağı yapıp o kara taşa tapmak Paganların adetiymiş, ben baş rahibin yalancısıyım, bütün bunları ondan öğrendim, doğruluğunu, yanlışlığını araştırıyorum. Siz benden iyi bilirsiniz, bilimsel bilgi “yanlışlanabilir” olmalı, eğer yanlışlanamazsa ona “hikmet” denir, o da bilimin konusu değildir.

D.E.M. Akademisi’nde Tehlikeli Saltanat Özlemleri’ne Önlem Almak Gerek!

Devlet-i Ali’nin okullarında 90 yıldan beri verilen “Cumhuriyet Fazilettir” eğitiminin D.E.M. Akademisi’nin 1 gecelik toplantısında hem de Cumhuriyet’in Kalesi Karşıyaka’da yerle bir olması Akademi’nin rektörü olarak beni çok müteessir etti ve önlem almaya sevk etti. Geçen ilerleyen saatlerinde birden bire ortaya çıkan bir taç tüm arkadaşlarımın aklını başından aldı. Önce Melda Abla’yı onurlandırmak gibi masum ve tümüyle spontane olarak gelişen bir olay giderek vahamet kesb etmeye başladı. Tacı başına geçiren arkadaş poz vermek için fotoğraf makinası aramaya başladı. O gece ne Cumhuriyetçi delikanlıların telef olduğunu anlamak için Vehbi’nin fotoğraflarına bir bakın. Ben önce epey direndim başıma tacı koydurmadım, ama bir ara grapon kağıdından kepin üstünde bir taç hissettim, olan o an olmuş zaten flaşlar patladı, taç döküldü, kel göründü.

Bu ne güçlü saltanat bilinçaltısıymış kardeşim, alt tarafı ucuz bir taçdaki efsuna bakın. Gerçi övünmek gibi olmasın, o gece toplantıya katılanlar arasında gerçek hanedan mensubu iki kişi vardı (biri ben, biri Tunç Ağabey), ikimiz de bu provokasyona alet olmak istemedik. Hangi hanedana mensupsunuz dediğinizi duyar gibiyim. Açıklamak bana değil, büyüğüm Tunç Ağabey’e düşer, arzu ederse sizi bilgilendirir. Ben utanırım övünmeye.

D.E.M Akademisi’ne Rakip Geliyormuş C.E.M. Akademisi!

Bugün Erkin Ağabey’in Yeni Asır’daki köşesinde tanıttığı D.E.M. Akademisi’nin önlenemez yükselişinden ve akademi toplantılarına katılan GENÇ SABİLERİN! rakı illetine alışmasından rahatsız olan Karlis içindeki Muhafazakar Çevreler yeni bir akademi kurmaya karar vermişler, Rektörü belliymiş, Y.O.K. tarafından da onaylanmış, ancak adını gizli tutuyorlarmış, tek bilgi akademisyen kökenli olduğu. AKADEMİNİN ismi konusunda ise anlaşamıyorlarmış. C.E.M sözcüğünün dönüp dolaşıp D.E.M ile aynı kapıya çıkacağı uyarısı yapan bir kesim, akademinin adının D.İ.N Akademisi olması gerektiğini savunuyorlarmış. Akademi toplantılarında aperatif içkisi çam fıstıklı şerbet (şeker hastaları hariç), asıl drink hurma nebizi olacakmış. Mütedeyyin Karlisliler yetiştirmek üzere açılacak kurslarda ben de eğitmen olarak görev yapabilir, “Yabancı Dinler” dersi verebilirim. Teklif bekliyorum!

Görmemişin Karı Olmuş Tutmuş Kartopu Oynamış

Şu beyaz renkli katı haldeki aş-iki-o üstüne herkes bir şey söyledi, benim başım kel mi? Bir kentin insanlarının tuzu kuru olup olmadığını nasıl anlarsınız? Kırk yılda bir kar yağdığında sokağa fırlayıp yerden değil, arabaların üstünden kar toplayıp birbirine atanlara “Tuzu Kuru İzmirliler” denir. Halkım Perşembe günü sabahı bir sevindirik, bir mutlu oldu ki gözlerim yaşardı. Karlisim’in fotoğrafçıları seferber oldular, bize kardan güzel manzaralar vermek için. Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi Kar’a karşı davranışlarıyla belli olur. Norveç, İsveç, İsviçre gibi ülkeler için eğlence olan kar Uludağ, Kartal Kaya için de eğlencedir. Bir de Van ile Erciş’deki çadır kentlerde bunu eğlenceli hale getirebilsek…

Bilinmeyen Bir Bağımlılık Türü : Kurultay Bağımlılığı

Benden izin almadan siyasete atılan Profiterol tatlısı sevgili dostum, kardeşim, en büyük aşkım Perşembe günlerinin vazgeçilmez yazarı, dünya döndükçe başımızda kalası, D.EM. Akademisi rektör yardımcısı Melek İnsan Mustafam Karlukum’un senatörlüğünü tebrik ederim. Şimdilik Mavişehir ile idare etsin, yaşı gençtir; Partisi artık kurultay bağımlısı oldu; en tehlikeli bağımlılıktır, dikkat etsin rakı bağımlılığına benzemez. Yakında bütün parti bir kliniğe yatar, çıkınca şöyle tadından yenmez “Gerçek Bir Sosyal Demokrat Parti” olur da biz de kar yağmış kadar mutlu oluruz.

Bu Yazı Tümüyle Perşembe Yazarı Kardeşim Mustafa Karluk’a Adanmıştır.

Metin Ceyhan’ın Hoşgörü Zulmüne Karşı Dayanışma İçinde Olmak Arzusuyla yanıp Tutuşan Ersin Doğer Fakiri.


Pazar Musahabesi

Bir Deli Sadık Güzellemesi

19.02.2012

İçinden Deli Sadık Geçen Bir Öykü

Arkadaşlar, ben ciddi kariyere sahip bir öğretim üyesi olarak Karlisli kardeşlerimi bilgilendirirken güldürmek, güldürürken bilgilendirmek gibi – sayın spor ve mizah yazarı Mustafa Karluk ve İslamcı hoşgörü yazarı Metin Ceyhan’ın aksine – ciddi bir misyon edindiğim için K.E.L. yıllarıma dönmekten imtina ediyordum. Ama Çingene karısının klarnet sesini duyduğunda ortaya atlaması gibi “Deli Sadık” lafını duyunca daha fazla dayanamadım. Tüm ağırbaşlılığımı bir kenara bırakıp Karşıyaka Lisesi Tarihi’nin altın sayfaları üzerine manda boku gibi düşmeye karar verdim. Allah utandırmasın!

Tarihçi olmama karşın yakın tarih hafızam çok zayıftır. Kadim Yunan ve Roma tarihini gün gün bilirim ama sıra 30-40 yıl önceye gidince tökezliyorum.

Herhalde 1967 yılının bir Ekim günüydü. Birkaç adet omuzdan destekli Halit Edgüer tokatı dışında Lise 1’i sakin geçirmiş, Edebiyat derslerinde Macit Aray’ın ballandıra ballandıra anlattığı elma, armut öykülerini dinlemiş, Lise 2’ye başarılı bir geçiş yapmıştım. Öyle kendi halinde ve terbiyeli bir ergendim ki hatırladığım kadarıyla Lise 1’de en iyi arkadaşım okulun en terbiyeli çocuklarından olan Fuat Tanlay idi (daha sonra Lise 3’de Mustafa Karluk ile tanışınca terbiyem bozuldu, hala düzelmedi). Beni evine götürmüştü, ilk piyanoyu onun evinde görmüştüm. Olacak çocuk daha o zaman belliydi, büyükelçi oldu.

Lise 2’nin ilk beden derslerinden birinde Sadık Hoca tüm sınıfı okulu sınırlayan duvar dibinden koşturttu. Koşudan önce ilk üçe girenlerin o yıl dersi doğrudan geçeceklerini müjdeledi. Alaaddinciğim gibi alçak profil verecek kadar uyanık olmadığından tahmin ettiğiniz gibi baş sazan Menemen’den Ersin Doğer oldu. Nefes nefese 3 turu önde tamamladıktan ve tebrik edildikten sonra derhal okulun kros takımına kaydımız yapıldı ve işte çilemiz o gün başladı.

Hocam ben Menemen Gençlik’de top oynuyorum, antremanlarım var, kulüpten izin vermiyorlar” dedim mi demedim mi ? hatırlamıyorum ama cümle bitmeden bir tokadı hatırlıyorum. Neyse o yıllarda liselerde bir “Kır Koşuları” modası mı vardı, yoksa ben mi öyle hatırlıyorum. Her Pazar günü, kar, yağmur, çamur, kış, kıyamet demiyoruz; kıspeti torbada pehlivanlar gibi, Menemen’den Balçova’ya, Güzelyalı’ya, Fuar’a bir koşudan diğerine koşuşturup duruyoruz. Takımda baş canavar İlhan İçerler, ikinci canavar rahmetli Behlül Altıntaş; biz koşuyorduk onlar uçuyorlardı, ben ise karakter rollerinde 35.nci, 23.üncü, 19.uncu, en son Göztepe stadında 9.uncu oluyordum, böylece kros kariyerimin merdivenlerini yavaş yavaş çıkıyordum. Bu çabalarım yaklaşık 40 yıl sonra semeresini verecek ve 2004 yılında Masterler yarışmalarında sidik zoruyla da olsa 800 ve 1500 metrelerde Türkiye şampiyonu olacağım. Böylece 40 yıl sonra “Azimle sıç.. mermeri deler” atasözünü de cümle aleme ispat edecektim.

Tabii ki büyüğümüz olduğu için saygımızdan (!) rahmetli Sadık Hoca’nın yüzüne karşı bir şey diyemiyorum ama deparda tabanca patlayıp koşmaya başlayınca, önce beni doğurduğu için anama, sonra sırasıyla doğmama vesile olan babama, ardından bu yarışları düzenlemeyi akıl eden tüm milli eğitim ve spor bakanlığı mensuplarına ve en son olarak finiş görününce rahmetliye tüm sevgi, saygı ve iyi dileklerimi elimden geldiğince – tabii içimden - dillendirmeye çalışıyorum.

Bir sabah kros idmanı için okulun kapısından çıktık, Soğuk Kuyu Deresi’nin üzerindeki tahta köprüyü geçtik, önde İlhan kaptan arkasında yaklaşık 7-8 öğrenci Naldöken sırtlarına tırmanmaya başladık, tabii tek bir gecekondu bile henüz inşa edilmemişti yamaçlar tümüyle boştu. Hedef Yamanlar Dağı, çok güzel bir Mart sabahı, şeker gibi bir hava, tabiat yeni yeni uyanıyor, her taraf yeşil çimenler, kırmızı gelinciklerle dolu – siz K.S.K’nin renklerini nereden aldığını sanıyorsunuz bre fanatik gafiller! – ilk hedef Doğançay Köyü’nün çeşmesi; bildiğiniz gibi o zamanlar köy henüz küçük bir Alevi topluluğunu barındırıyor, köy kızları şalvarlarıyla çeşme başında oynaşıyorlar; hele bir tanesi kıpkırmızı yanaklarıyla o kadar güzel idi ki 60 yaşıma geldim, hala yüzü gözümün önünden gitmiyor.

Tabii oraya gelinceye kadar İlhan ve idmanlı birkaç kişi uçuyor, ben ve diğerleri düşe kalka, sancı bata, dalak şişe derken çeşmeyi tutuyoruz, sıkıysa suyu fazla kaçır, adamın soyadı “İçerler” ama kendi “İçmezler” olmuş.

Oradan ikinci durak bir üst koddaki Sancaklı köyü oluyor. Adam uçuyor, biz artık yürümeyi bıraktık, neredeyse emekleyeceğiz; Yorgunluğun üstüne bir de açlık tanrıçası Limos – o zaman o şıllığın kendisini tanıyor, adını bilmiyordum, sonradan öğrendim - karşıdan görünüyor, bir müddet sonra mideme giriyor, klarnet çalmaya başlıyor.

Karagöl yoluna, hemen Sanatoryum’un üzerine çıktığımızı, bir de bir arkadaşın yanındaki çakıyla çam ağaçlarının kabuğunu sıyırdığını, her birimize bir parça verdiğini ve o parçayı emerek açlığımı yatıştırmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bir ara kendime geldim, baktım vitesi boşa almışım yokuş aşağı koşmuyor, uçuyorum, ne Sadık hoca umurumda ne de İlhan İçerler.

Akşam saat 4 civarında okulun kapısından içeriye giriyoruz, hızla – duş alıyoruz diyemeyeceğim, biz o zamanlar duş muş bilmezdik – giyiniyorum, okul kapısından fırlıyorum, deli gibi simitçi arıyorum ama elimi cebime atıyorum, beş kuruş yok. Berbat bir huyum vardır çocukluğumdan beri. Babamdan para isteyemezdim, bu huyum hala devam ediyor, lütfen ben istemeden verin. Kimseden 25 kuruş isteyemiyorum ve midemdeki tanrıça Limos kahkahalar atmaya başlarken ben hızla istasyona koşuyorum.

Menemen Banliyo treni beni beklemeden kaçmış, kuyruğu Nergiz’den görünüyor. 1 saat istasyonun ikinci bekleme odasında bir köşeye kıvrılıyorum, Limos ile al takke ver külah dövüşüyoruz ki ülkemin en hızlı treni olan Ankara Ekspresi’nin sesi duyuluyor.

Karşıyaka’ya 5.20’de gelir, yolda uçar, Ankara’ya ertesi gün şansı yaver giderse sabah 10 sularında varırdı. Yani günümüzün hızlı treni gibi bir şeydi!.

Memenen İstasyonu’na kadar açlıktan ölmeden geliyorum ya, eve kadar dayanırım diyorum ve sadece anamın sofrayı hazırladığını, her zaman olduğu gibi sevdiğim yemekleri yaptığını hayal ediyorum.

1500 metreyi tüm gücümü harcayarak 3 dakikada koştuğumu anımsıyorum, bir de kapıdan içeriye girdiğimde yemek masasının üzerinde kapağı açık tencerenin içindeki nefret ettiğim kuru baklanın üzerine oturmuş kahkahalar atan Oros.. Limos’u.

1. Not. Siz kötü niyetliler Oros’u şimdi yanlış yorumlarsınız, Yunanca dağ demektir, sınır demektir, arazi demektir.

2. Not. Arzu edilirse rahmetli Sadık Hoca ile ilgili hatırlarım sürebilir.

3. Not. Bildiğiniz gibi “Deli” lakabı Türk folklorunda olumsuz değil, olumlu bir anlam taşır.

4. Not. Sadık Özen tüm haşin ve sertliğine karşın, İzmir sporu için önemli bir figürdü. O, kuşağındaki, özellikle eğitimcilerde sık rastlanan ideolojik boyutlar üstü bir yurtseverlik, işini sevme, disiplin ve göreve bağlılık gibi özelliklere sahipti. Rekabetçi ve yarışmacı karakteri İzmir’in diğer bir spor figürü olan Namık Kemal Lisesi beden eğitim öğretmeni rahmetli Mustafa Plevneli ile zaman zaman çatışmasına bile yol açmaktaydı. Tüm rahmete kavuşmuş hocalarımız gibi ışıklar içinde yatsınlar.



26.02.2012

Sevgili Karlisliler

Geçen Hafta Neler Oldu?

Başarılı bir Minüsküs ameliyatı geçiren Ender’e geçmiş olsun, kendisini yeniden milli takım forması ile yeşil sahalarda görmek istiyoruz

Sayın Perşembe yazarı Mustafa Karluk’un bu haftaki gerçek bir “mizahi başyapıt” olan yazısını okuyunca elim ayağıma dolaştı, kendime ve kalemime güvenim azaldı ve bu nedenden dolayı içimden bu hafta yazı yazmak gelmiyor. Ne yazarsam yazayım, nasıl bir üslup tutturursam tutturayım yükselttiği bu çıtanın yanına bile yaklaşamayacağımı biliyorum. Acaba ben de geçen hafta Metin Ceyhan Hoca gibi mi yapsam, yazımı yarıda mı bıraksam?

Alçakgönüllü Şampiyon Perşembe’nin Boş (pardon Baş) Yazarı Mustafa Karluk Endişeli!

Karlis’de rakip yazarların çoğalması yüzünden, reyting savaşında alt sıralara düşmek konusunda endişeleri olan Mustafa Karluk’u hep beraber endişelerinin yersiz olduğu konusunda ikna edelim arkadaşlar. Benden ilk poh poh geliyor dikkat.

Mustafacığım senin son yazını gerekli önlemleri almadan okuma tedbirsizliğinde bulundum. Bir daha tövbe…Perşembe günleri battal boy çocuk bezi kuşanmadan evden çıkmayacağım. Çünkü “Survivor Ersin” ve “Uğur Sözen’in Karşıyaka Kız Lisesi’nden eski kız arkadaşı Cemre’nin düşüp ayağını kırması öyküsü” inanılmazdı. Hala gülüyorum, ama bu öyküler bana ilham verdi. Az sonra…

Alper Kaya Adına Yeni Bir Ödül Daha Koyalım, Adı Mücadeleci Eski Öğrenci Ödülü Olsun!

Karlis’in ağır toplarının yazılardan anlaşıldığı (benimkiler de dahil) kadarıyla eğitim süreci acılar içinde geçmeyen öğrenci yok. Öğretmen, baba v.s dayakları, açlık, spor, aşk acıları (bkz. Uğur’un Cemre’ye aşkı), sınıfta kalma acıları, 19. Mayıs törenlerinde çekilen sıkıntılar v.s.

Bugünden itibaren herkes başından geçen iki mücadele örneği öykü anlatsın, jüri toplansın, ilk üç saptansın ve bu “Acıların Eski Çocukları”na ödül olarak Fırat’ın otelinde, Rus turistlerin en yoğun oldukları dönemde – Not. Mevsim Fırat’a sorulacak – bir haftalık – tabii ki tek başına, aile olursa masraflı olur - tatil ödülü verilsin. Benim adım Hıdır, elimden gelen budur.

Eski Okul Anıları ve Rahmetli Beden Eğitimi Hocaları Sadık Özen ve Rahmi Karluk

Lise 3’de okul futbol takımına terfi ettim, sebebi de Rahmetli Ceyhan ve Cengiz’in artık kariyerlerini profesyonel takımlarda (tabi ki K.S.K.) sürdürmeleri ve sıranın bizim gibi Abdurrahman Çelebiler’e gelmesi. O yıl Menemen Gençlik’de oynuyoruz, takım kazalar arasında grup şampiyonu olacak. Okul takımı da hatırladığım kadarıyla ıkına sıkına gidiyor. Rahmetli Nebil Ağabey’in oğlu Yaşar Susup’un santrhaf oynadığı her maç karakolda bitiyor.

Bergama maçında sahadan atıldım, tabii okul maçlarında da oynayamıyorsun. Bedeli ? bir tokat. Nereden bileyim, atılan futbolcu ceza almasa bile bir maç oynayamazmış, biz oynuyoruz ve yendiğimiz Dikili’ye karşı hükmen mağlup oluyoruz, tabii yine ceza, bir tokat daha…

Bir kalecimiz var. 6 D’den Hasan Hüseyin Malatya, akıllara zarar, kulakları çınlasın, “Bıraaaaak” dediği hiçbir topu yakalayamıyor. Karşıyaka sahasında bir gün, yağmur, çamur, kıyamet, adını unuttuğum bir kolej takımına dört atmışız, maçın son dakikaları, karşı takımın kalecisi bir uzun degaj yaptı, top bizim yarı alanımızın ortasına kadar uçtu, yerden sekti; bizim ceza alanında Malatya’dan başka bir Allahın kulu yok, bir ses duydum “bıraaaak” diye, zaten bırakmasak ne olacak, arkamı döndüm, vaziyet aynen şu: Hasan Hüseyin Malatya seken topa ceza sahası içinde uçuyor, topu kucağına alıyor, daha havada uçarken topu arkadan yumurtluyor ve top altı pasın üzerinde tıngır mıngır kale çizgisini geçmeye çalışırken çizginin üzerinde çamura saplanıyor.

Güleceğim ama sıkıysa gül, yan tarafta rahmetli Rahmi Hoca, 5 dakika önce bana zaten bir fırça çekmiş. Bir serbest atış kullanacağım, sol bekten, topu diktim, gerildim, tüm gücümle vurdum, ancak 5 metre gitti. Taç çizgisinden bir ses duydum “hay ayağına sıç.yım”. Döndüm, baktım rahmetli, bir taraftan da gülüyor..

Bir de Amerikan Emperyalizmi’ne karşı kazandığımız ilk ve tek zaferi hatırlıyorum. Karşıyaka sahasında American High School’u 28-0 yenmiştik. Ha Fidel’in Küba zaferi, ha bizimki…hiç unutmam!

Levent Çanakkalelioğlu Karlis’e Bir Şey mi Söylemek İstiyor?

Levent’in fotoğraflarının son karesi beni çok etkiledi, eşine teessüflerimi bildiririm; erkeğiz, güçsüzüz diye insanın üstüne bu kadar da gelinmez ki. Bir hafta daha dayan Leventciğim, Karlis olarak geliyoruz evelallah. Hiçbir hemcinsimizi ezdirmeyeceğiz, eğer susarsak sıra bize gelebilir.

Lütfen bu hafta bu mavralarla idare edin, kafamı toplayamıyorum, 2 saat önce Tansaş’dan alış veriş yaptım, torbanın birini unutmuşum, geriye döndüm, yeniden alış veriş yaptım, Torunum İzmit’ten geliyor, yaşlılık kötü bir şeymiş, ne bileyim, bu yazıyı bile nasıl yazdım, hatırlayamıyorum.

Ersin Dede 69



-------------


04.03.2012

Sevgili Karlisliler,

Metin Ceyhan Hocayı Tatmin Etmek Mümkün mü ?

Klavyenin başına oturunca elim ayağım dolanmaya başladı. Bir haftadır Pazar Musahabesi’nde ne yazayım da Metin Hoca’yı tatmin edebileyim diye dokuz doğuruyorum. Lütfen bana yardım edin, bir akıl verin. Bildiğim tek şey var “Kadim Yunan”. O da Türk’ün harman olduğu bu ülkede prim yapmıyor. Kadim Yunan’dan yazsam her hafta da çekilmiyor. Geçen hafta biraz “mavra” yapayım dedim, Metin Hocam parmağını sallamaya başladı.

Acaba yazıyı yarıda bırakıp Tansaş’a mı sığınayım, yoksa bu haftaki yazım iki bölümden mi oluşsun?

Birinci bölümdeki amiyane tabirle “eşek muhabbeti”ni Metin Hocam okumadan atlasın, ikinci bölümdeki “Ahademik Düzeyi” yüksek, bir şiir ve onun mealini okusun. İnşallah bu haftayı da hocamdan fırça yemeden atlatırım.

Eğlencenin Dibine Vuran Yaşlı Bir Karlislinin Anıları 1

Gece hayatına hiç alışkın değilim, dün akşam uzoyu, çipurayı (balık sanmayın, rakının serti, Feyzullah’dan bir damacana çipura alacağım var, hala vermedi, size şikayet ediyorum) fazla kaçırmışız, sirtakiler, nisiotikalar, rebetikalar derken bizim gibi yaşını başını almış tek ayağı kazı çukurunda olan bir ademe ağır geldi gece hayatı. 20 yıl önce öyle miydi ki. Atina tavernalarının birinden çıkar, diğerine girer, sabaha kadar, sarhoş olmuş, ayakta duramayan hanımları sırtlar, evlerine kadar taşırdık Allah rızası için (breh, breh, bu klavyenin başına oturunca bana bir şeyler oluyor, sallamaya başlıyorum, bereket hanım yazdıklarıma ilgi duymuyor da..).

Dün gece yine öyle bir geceydi. Dr. Tayfun Çağlayan da vardı. Orkestranın önünde çektirdiğimiz fotoğrafı Sayın Mustafa Karluk’a gönderdik. Aramızda şöyle bir mesajlaşma geçti. M.K. “ bu da ne böyle, beni kahretmek mi istiyorsunuz?” ikinci mesaj “M.K. “ uyudun mu bu saatte yav, yuh”. E.D. “oğlum mesajını duymamışım o sırada Tayfun’la sirtaki oynuyorduk”.

Ama hangi taverna demeyin, hangi ülke demeyin, ayrıntı veremeyiz, çünkü gizli bir görevdeydik. Adı lazım olmayan bir ülkedeki ekonomik sıkıntıları bir nebze olsun hafifletmek için hükümetimizin verdiği ulvi bir görevle sıkıntıda olan kardeş ülkenin maliye bakanına akıl veriyorduk (dermişim..).

Hükümet Gizli Bir Kararname hazırlıyormuş, Bilginiz Var mı ?

Dün Çukulata Kahvesi’nde – Receb’e selam – Rıza’nın verdiği resepsiyonun son anlarında “blakberim’e bir mesaj düştü, mesajı hazirun ile de paylaştım. Metin Hocam hepimizin 9 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyordu. Karlislilerin aralarındaki mesaj trafiğine oldukça ilgi duyan resmi çevrelerin telaşa kapıldığını öğrendim. Yeni bir kararname hazırlığına girişmişler. Bundan sonra her bayram, her kutlama Metin Hoca’ya duyulan saygıdan dolayı, arzusu üzerine bir gün sonra kutlanacakmış. Yeni Programı ele geçirdim. Kadınlar Günü 9 Mart, Çocuk Bayramı 20 Nisan, Gençlik Spor Bayramı 20 Mayıs. Dikkat, Atlet-don-kes’inizle 20 Mayıs sabahı Zübeyde Hanım’da olun.

Not. Ek dosyada bilmece bir şiir ve mealini bulacaksınız. Kenanım Kaderim kadar olmasa da geçen yıl çıkardığım Kadim Yunan Şiirleri üzerine iki kitabı parça parça yayınmamaya başlıyorum. Kıymetimi bilin, yoksa para verip almak zorunda kalırdınız ona göre.

Şair Ersini 69

Pazar Musahabesi

11.03.2012

Sevgili Karlisliler,

Karlis’de Geçen Hafta Gözüme Takılanlar,

First of all,

Pınar Atik Hanım’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım, Karlis’de bunca şair cirit atarken, benim nacizane dizelerimi ve bu dizelerimin anlaşılmaması korkusu içinde onları açıklama gayretime gösterdikleri takdirleri gururlanarak okudum. Karlis’e değecek her kadın elinin – pardon entelektüel katkısı diyecektim – topluluk içindeki vahşi erkek egemenliğini yerle yeksan edeceğine inanıyorum. Bu katkı bakımından Karlis’in diğer iletişim gruplarından daha önde olduğu da çok aşikar olarak görülmektedir.

Pınar Hanım’ın “Bence siz pazar yazıları ve DEM Akademisi Rektörlüğü ile kendinizi harcıyorsunuz. İsterseniz meraklılardan bir gurup oluşturalım. Ayda bir toplanalım. Siz anlatın, biz huşu içinde dinleyelim. Toplantıları çukulata kahvede yapabileceğimiz gibi, havalar izin verdikçe antik kentlere gezi düzenleyip, dış ortamlarda da yapabiliriz.” gibi nazikçe dile getirdiği düşünceleri içinde ilk cümleye can-ı gönülden katılıyorum. Bu Meyhane rektörlüğünün entelektüel karizmamı çizdiğinin ben de farkındayım. Pazar Musahabesi yazılarımda da bazı Karlislilerin – topu topu bir kişi – seviyesine inmek amacıyla çıtayı düşürdüğümü de görüyorum. Ama bir taraftan da “çamura düşmekle elmasın değerinin düşmeyeceği”ni düşünerek bir nebze olsun kendimi rahatlatıyorum.

İlk cümleyi izleyenlere gelince, akademik kariyere başladığım günlerden beri, kapımı çalıp bir şey öğrenmek isteyen, iyi niyetine inandığım hiçbir öğrenciyi geri çevirmedim, her konuşma teklifini hangi kurumdan gelirse gelsin kabul ettim ve sonunda meslek hastalığı “kronik faranjit” oldum. Artık 2 saatlik ders sonunda hasta oluyorum. 30 yıl sonra yeni farkına vardığım reflü beni bu hale düşürüyor sanıyorum - Hekimler ve sağlık politikaları konusundaki görüşlerimi şu anda bir kenara bırakmak istiyorum – Benim emekli olmam ve ders, konferans ve konuşmayı çok özlemem gerekiyor. Bir ay sonra Antalya’da konferansım var, şimdiden beni kara tasalar aldı.

Değerli Pınar Hanımcığım, her hafta 1 adet olmak üzere tüm şiirimsilerimin ve açıklamalarımın yayınlanmasını sabırla bekleyin, ondan sonra yeniden konuşalım. Beni övmeye devam ederseniz bu benim için Karlis’deki diğer şair rakiplerime karşı bir motivasyon olabilir. Sevgi ve saygılarımla.

Çağdaş, Laik, Atatürkçü ve Centilmen Bir Kripto Mangas’ın Feryatları,

Efendim geçen hafta Karlisli bir arkadaşımızın diğer Karlisliler’den bir konuda yardım istediğine siz de şahit olmuşsunuzdur. Meyhaneye gitmesine izin vermeyen saygıdeğer eşine karşı şiddet kullanmak isteyen bu arkadaşın diğer arkadaşlarından “şiddet kullanayım mı?” diye izin isteğine bir kişi dışında herkes sessiz kalarak bu olayı onaylamadığını gösterdi. Kardeşi bile sessiz kaldı. Ancak kendisine karşı sahte düşmanlık gösterileri yaparak Karlis’in gözünü boyamak isteyen, tüm ortaokul ve lise yaşamları boyunca yakın bir bisiklet arkadaşı “8 Mart günü geçti, istediğini yapabilirsin” diye yüreklendirdi.

Bu iki arkadaşın Karlis Haysiyet Divanı’nda gereken cezaya çarptırılmalarını yetkili mercilerden talep ediyorum.

Sevgili Metin Hoca Da Olmasa ?

Ne Mozart’tan, ne Beethowen’den ne de Bach’dan haberimiz olacak. Hocam tüm sataşmalarımıza karşın duruşunu hiç bozmuyor, maddi bakımdan “fakir” olabilir ama entelektüel bakımdan zengin. Eskiden ben de onun gibi Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın Pazar sabahları verdiği ucuz konserlere giderdim, ama serde Menemenlilik var, aşı tutmuyor, boş bırakılınca hemen zurnaya, davula dönüveriyoruz. Bu hafta da hocam Mozart’ın Praha Senfonisi’ni kulağımıza dayamış, ama farkında olmadan küçük bir hata yapmış. Prag’ın ortasından geçen nehri Vlata yerine Tuna yapmış. Ama hocam da haklı, o Alçak Tuna Nehri’nin de yatağından geçmediği Avrupa şehri mi kaldı, suyolu değil sanki Kazanova…

Fırat ve Ersin’den Şikayet Eder misin, Al Sana Feda Hoca!

Geçenlerde sessizliğini bozan Erdal Ağabey ısrarlara dayanamadı, ses verdi ve “Gene diyorum ki, kendi kendime...Fırat'ın yazılarını anlamak için 3 defa....

Ersin'in yazılarını anlamak için 2 defa okuma dönemine girmedin mi sen....

Öyle ise kendine mukayyet ol....

Eee Allah’ın sopası yok, Timur’un filleri gibi. Bakalım Feda Hoca’nın yazılarını kaç defa okuyacak benim sevgili Erdal Ağabeyim..

Bu arada Karlis Feda Hoca ile iyi bir kalem kazandı, kendisine hoş geldin diyoruz, umarım bizim şakalarımıza alışır, kendisi ile Karlis’e değişik bir renk gelir.

DEM Akademisi Rektörü’nden Son Uyarı

Akılları fikirleri eğitimde değil, meyhanede olan dekanların ve diğer öğretim üyelerinin, başka gruplar tarafından düzenlenen etkinliklere Rektörlük’ten izin almadan katıldıkları görülmektedir. Bundan sonra yasa ve yönetmeliklere uygun olmayan bu tür davranışlara müsahama gösterilmeyeceği ve tekrarı karşısında gerekli ceza-i müeyyidelere başvurulacağı tehdidi ile sevgilerimi sunarım.

Son Not. Bu yazı Karlis’in ordinaire üyeleri için yazılmıştır. Entelektüel arkadaşlar ekteki şiir ve mealini okuyabilirler, cilde zararı yoktur.

Notaire Ersin 69.



Hiç yorum yok: