5 Temmuz 2015 Pazar

2014 YILI KARLİS YAZILARI





PINAR YURDUN ağabeyimin şahsında
İKLEV yönetiminde olanlara;..

Bugün Pazar...Kuşadası'ndaki "Muhteşem hafta sonunun "ın  üzerinden
yedi gün geçmiş bile...

Hafta boyunca  gerek telefon gerekse, elektronik posta ile pek çok
arkadaşımla  görüşme fırsatım oldu...

6 Ed C sınıfından katılan arkadaşlarımın çoğu o kadar mutlu olmuşlarki
bana olan yansımalarını sözlerle anlatmak mümkün değil....Ama birkaç
diyaloğu sizlere aktarmak gerek galiba...

"Hafızamda silinmeye yüz tutan  50 yıl önceki arkadaşlarımı... 50 yıl sonra
karşımda görmek sıcaklığını hissetmek rüya gibiydi..."

"Davet ettiğimizde  acaba...  diyen...Pazartesi beni arayıp, iyiki beni de çağırmışsınız yaşamım boyunca unutamayacağım  bir hafta sonu yaşadım.
dönüş otobüsüne binerken   2015 Yılının Aralık ayını hayal etmeye
başladım......"

"Birlikte olmanın mutluluğu  yetmezmiş gibi...Bir de defalarca  dönüp- dönüp
bakacağım.. Çocuklarıma miras kalacak  yüzlerce fotoğraftan oluşan bir  albümüm oldu....."

"Rüya gibi bir hafta sonu oldu... Bu tür buluşmalara  bir gece yetmiyor..
Keşke buluşmamız  bir hafta  sürseydi..."

"Hayal bile edemeyeceğim bir buluşmaydı.. Gerçekten  Cumhuriyet
balosu  gibi oldu... Karşıyaka  Liseli olmaktan bir kez daha gurur 
duydum.... Eşim; "Bu kadar candan arkadaşın olduğunu  50 yıl sonra
gözlerimle  gördüm"

Diyenler oldu... Tabii bu kadar övgünün sahibi... İklev  yönetimiydi...

Onun için  üstümde kalsın istemedim...Arkadaşlarımın bu içten duygularını
sizlerle  paylaşmak  istedim.. Pınar Ağabeyimin şahsında  aklıma ilk
geliveren Sayın Ataizi'ne.. Sayın Ertürk'e.. Şadan Hanıma.. Koca adam
Barbaros'a... İsfendiyar'a....Bizleri fotoğraf zengini yapan Vehbi'ye...Bizim tayfadan Yücel'e   ve...  Adını hatırlayamadıklarımdan özür dileyerek...
Arkadaşlarım adına  teşekkür  ederim...

Erdal Önal- 14.12.2014









    
                İMBATA AROMASINI KATAN NERGİS
            Kırklı yılların sonu, ellili yılların hemen başında, Karşıyaka Alaybey tren istasyonundan, demiryolu boyunca batıya doğru yürürken sağınızdaki bağlardaki, bahçelerdeki yeşilin binlerce farklı tonu arasında kaybolan, kerpiç ya da tuğladan yapılmış, kırmızı kiremitli küçücük evlerden yükselen kâh hüzünlü kâh şen, yöresel şarkılar ve türkülerle irkilirdiniz. Arada bir de bostan kuyularının etrafında dönen beygirlerin boyunlarındaki zillerin ve çıngırakların çıkardığı ritimli sesler yansır dururdu ilkbahar sabahlarının sessizliğinde.
Bazen bir yılan süzülüp geçiverirdi önünüzden, ürkerdiniz bazen de bir erik ağacının çiçekli dallarındaki kuş seslerine ıslıkla eşlik ederdiniz. Onlarca köpek olmasına rağmen nedense hiçbiri saldırmazdı… Sevgi ve iletişim, doğaçlama tüm canlılarda iç içe, sarmal olmuştu…
Bu yürüyüşleri, bahçelerin arasından geçerek genellikle Nergiz’e doğru yapardık rahmetli anacığım ile. Yol boyu aralıklarla ellerinde zembilleri, küçük bıçakları ile ikişerli üçerli gruplar halinde Giritli ve diğer adalı yaşlı kadınlarla karşılaşırdık. Bazılarının arkasında yardımcıları olurdu toplanan otları taşısın diye. Para verseler de çarşıda pazarda bulamayacakları nice ot çeşitlerini büyük bir keyifle toplarlardı… Arapsaçı, ebegümeci, ısırgan, sarmaşık, turp otu, istifne, radika… Çok cömertti doğa. Onların ataları, İstanköylü Hipokrat’tan öğrenmişlerdi; gıdaların ilaç, ilaçların da gıdaları olduğunu.
 Yol boyunca, İkinci Dünya Savaşı’nın, göçün, yokluğun, yoksulluğun acılarını yüz hatlarında, kaşlarının arasındaki derin çizgilerde taşıyan fakat tüm sıkıntılarına karşın gülümseyebilen dost yüzlü insanlarla selamlaşarak sürer giderdi yürüyüşümüz.
Yağışlı günlerde, küçük su birikintilerinin etrafında çiçek tozlarının oluşturduğu sarı halkalar, bahar kokusunu yayarlardı çevreye. Karşıyaka tren istasyonu ile Nergiz arası, renklerin görsel şöleniydi. Çeşit çeşit çiçeklerdi bu şölenin ev sahibi. Karşıyaka’da o yıllarda önce yörük güzeli açar, onu sarı, mavi ve beyaz yaseminler izlerdi. Yasemin Karşıyaka’nın simgesiydi. Bahçesinde yasemini olmayan ev yok gibiydi. Ot toplamaya çıkanlar, ellerinde demet demet papatyalar, gelincikler, lâleler, sardunyalar, anemonlar, hanımelleri, katırtırnaklarıyla dönerlerdi evlerine. Özenle topladıkları bir çiçek daha vardı NERGİS… İzmir’in imbatına aromasını katan bu beyaz, sarı taç yapraklı yaban nergisleri ayrıca bağlanır, korunur ve incitmeden koklanırdı…        
 Karşıyaka’da bir mahalleye adını veren bu soğanlı bitki türünün bitkibilimindeki adı Narcissus olarak geçer. Yunan mitolojisinde kendi güzelliğine vurulan Narcissus’un ilginç de bir öyküsü vardır. Bu öykü, aynı zamanda nergis çiçeğinin de doğumudur.
Narcissus; ‘Narsis’, ‘nergis’ ve ırmak tanrısı olarak bilinir. Kimi söylencelere göre baş tanrı Zeus tarafından Enna Ovası’na bırakılan bir çiçek ya da güzelliği göz kamaştıran bir delikanlıdır. Bu konuda gelecekten haber veren kâhin Tiresias, Narcissus’un annesine “Oğlun kendi güzelliğini görmemesi halinde çok uzun ömürlü olacak.” der.
Latin şair Publius Naso Ovidus’un anlatımına göre, genç kızları ve perileri kendine aşık edecek kadar güzel olan Narcissus hiçbirine yüz vermez. Günün birinde bir peri olan Echo (yankı) aşık olur. Narcissus, bu aşkı da karşılıksız bırakır. Echo çok üzülür, zayıflar, inleyen bir ses olarak kalır. Periler, genç kızlar bu duruma çok öfkelenirler, aşklarına karşılık vermeyen Narcissus’u tanrılara şikâyet ederler. ‘Haklı Öfke Tanrıçası Nemesis’;
“Başkalarını sevmeyen kendisini sevsin.” der.
Günün birinde, göl kenarında, duru bir suda kendi yansımasını gören Narcissus kendine aşık olur, çok sever kendisini. Öylesine kendinden geçer ki sudaki yansımasına ulaşmak isterken düşer boğulur. (Kimi anlatılara göre de intihar eder.) Daha sonra Narcissus’un öldüğü o yerde, çok güzel yeni bir çiçek açar. İşte onun adıdır ‘NERGİS’…
Günümüzde de Karşıyaka’mızın nergisidir ‘Nergiz’. Nadide bir çiçektir, özenle korunmak, bakmak, bakılmak ister..
Yücel İZMİRLİ


DÜN VE BU GÜN  ÖĞRETMENLERİMİZ
      Bu gün 24 Kasım Öğretmenler günü. Bu anlamlı günde bizleri en alt eğitim ve öğretim sıralarından alıp bu derecelere yükselten sayın öğretmenlerimiz hakkında birkaç söz söylemek istiyorum.
    Genel anlamı ile öğretmen bilgi, sevgi, hoşgörü aktaran kimse olarak bilinir. Bir diğer deyişle öğretmen bilgi veren feyz veren demektir. Ancak bu kelime içerik olarak çok geniş bir anlam taşır. Çünkü feyz içinde her türlü sevgi saygı, bilgi aktarımı, karşısındakine en güzeli verme ve ondan bunların öğrenilme ve tatbik edilmesini isteme gibi çok geniş anlamlar çıkmaktadır.
    Günümüzde tüm dünyada ve ülkemizde öğretmen denildikte üst kurumlardan gelen belirli plan ve programlar dahilinde önceden belirlenen bir müfredata uygun olarak belirli bilgi ve  becerileri önceden belirlenen zaman ve koşullar içinde karşısındakine aktaran ve  bunu değerlendiren buna karşın ilgili kurumdan belirlen ücreti alan gerçek kişilere öğretmen denir.
    Bu tanımdan da anlaşılacağı  üzere öğretmen sade öğreten kişi değil aynı zamanda karşındaki öğrencinin hemen tüm sorunları ile ilgilenen veya ilgilenmesi gereken ve karşısındakini daima pozitife yönlendiren kişidir.
    Yıllar öncesi Karşıyaka Lisesi'ne önce orta okul öğrencisi olarak başladım. O zaman Orta I. Sınıflar Lise Kampusu dışımda şu anda Karşıyaka İlköğretim Okulu binasında idi. Şube Müdürünüz Rahmetli Sayın Hocam Şevki DİNÇER'di. Sayın Matematik Hocam Halim     ERKER'de dersimize girerdi. Sınıfı geçen tüm Şube öğrencileri ertesi yıl Lise Kampusu ile tanışırlardı. Biz de  öyle olduk. Orta Okulu O kampus içinde bitirdikten sonra direkt olarak Lise Binamızla tanıştık. O binayı 2 yıl uzaktan bakmış ve ah bu binaya gelebilsem demiştik.
    O yıllar bize müdürlük yapan Sayın  Reşat  POSTACIOĞLU  hocamızın yönetimi Sayın Şeref BİGALI'nın bizlere olan yakın ilgisini,  Lise Eski Müdürümüz Sayın Cemil  BAYER'in bize feni sevdirmesini: değerli hocam v Sayın Hasan Tahsin ABAKAN ve ev halkının kişime olan yakınlığını  Gerek tarih gerekse devrim tarihini bizlere üst düzeyde aşılamak isteyen Değerli Hocam Sayın Fikret SEZER Hocamı;  Coğrafyayı bize Üniversite düzeyinde öğretmeğe çalışan Sayın Hocam Melahat KOLOĞLU'nu;  biyolojiyi bizlere aynı düzeyde vermeğe çalışan ve bunun için her türlü yayına el atan Sayın Hocam Hacer KORKAN'ı  İngilizceyi bizlere zor kullanarak ve fakat kolej öğrencisi gibi yetiştiren Sayın Hocam Abdülhakim ARVAL   ve canına dişine takan bizlere Londra İngilizcesini öğretmek için tüm fedakarlıklara katlanan Sayın Nermin TÜKEN Hocamı ve o devirde bizleri İzmir'in en önemli Lisesi Olan Atatürk Lisesi düzeyinde öğretim ve onlardan üstün eğitim veren Tüm hocalarımı şu anda en içten şekilde selamlıyorum ve anıyorum. Onlar büyük ve gerçek kişilik sahibi olan insanlardı.

   Efendiler! bu kişiler hiç bir çıkar beklemeksizin   SIRF ÖĞRENCİM EN İYİ EN BAŞARILI OLSUN     diye canlarını dişlerine takarak o günün tüm olumsuz koşullarında bizleri gerçekten en iyi yapabildiler.  İyi hatırlıyorum o zaman Üniversite sınavları merkezi değil var olan 8 Üniversite ve Yüksek Okullar sınavları ayrı ayrı yaparlardı. Sınavlara giren her arkadaşım mutlak bir yüksek okul veya Üniversite öğrencisi oldular.
    Yine çok iyi hatırlıyorum Sayın Hocan Hasan Tahsin ABAKAN lise son sınıfta ; Sayın Hocam Cemil BAYER bizlere lise 2. ve son sınıfta mutlaka uzman olma fikrini ilk aşılayan kişilerdi. Bize O konu üzerinde uzman olmadıkça konuşmayın yazmayın derledi. O zaman Bu sözler bize hoş gelmiş olsa gerek şu anda aynı sınıftan 7 arkadaşım Kariyerlerinin son aşamasına gelmişlerdir.
    Bizlere bu ilk hızı veren benim vefakar, çilekeş ve fakat     GERÇEK İNSAN OLABİLEN sayın hocalarımdır. Burada O'nlar için ne yazsam anlatamam.
    Değerli arkadaşlarım bu günde Öğretim üyesi gerçek öğretmenler mi   ? Diye sorabilirsimiz. Hayır. Onlar ilim üreten ve yayan bir kişidir. Olması gereken budur. Öğretmen ise belirli bir programa bağlı olarak o bilgileri karşına aktaran kişidir. Bilimsel özerkliği yoktur. Bilim adamı olan hocalar ise bilimsel özerkliği olan ve kendi plan ve programlarını kendileri oluşturan kişilerdir.
    Ancak hemen şunu apaçık eklemem gerekir ki bilim adamını belirli seviyeye ulaştıran da onun öğretmenleridir. O öğretmen olmaz ise bilim adamı da olmaz. Bilim de olamaz. O halde bilimin  oluşumunda öğretmenlerin katkısı sonsuzdur. Ancak GERÇEK ÖĞRETMEN olabilsinler.
  Günümüz ise bu  olması gerekenlerden çok uzak bir görünüm arz etmektedir. Günümüzde öğretmenlik bir “amaç” olmaktan çıkmış bir “ekonomik araç” olmuştur.  Günüz öğretmeni öncelikle kendi yaşamını en iyi nasıl yaparım endişesi ile çalışmaktadır. Kendisi için en iyi yaşam koşulları arama peşindedir. Genel ve hatta aktarma  bilgilerinden de yoksundur. Her birinin arabası, evi, yazlığı vardır ve fakat evlerinde kitaplık yoktur. Bu kitaplık neden denince bize yanıt olarak  bize “bilgisayar her şeye yeter” denilmektedir. Bu ne büyük bir gaflettir.  Bu ise acı bir geleceğin ilk çanları demektir.
 Dilerim günümüz öğretenlerimiz biraz düşünür ve özlerine döner veya dönmeğe çalışır iseler bu hem kendileri hem ulusumuz açısından çok yayarlı olacaktır.
Metin Ceyhan 24.11.2014




KARLİS grubunu takip eden hepsi birbirinden değerli Lise Öğretmenlerimin Öğretmenler Gününü yürekten ve saygıyla kutluyorum. Ebediyete göç edenleri rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Ve Aramızdan ayrılanlara:
                                                     (Aramızdan ayrılanlara.).     
NE VARSA ONLARDA

                        Göçüp gittiler onlar aramızdan ..
                        Sessizce...
                        Gözlerinden havai fişekler yayılır her gece.

                       Çürüyen bedenlerinde boy atıyor şimdi,
                       Sarısabırlar,küstümotları
                       Ve hercai menekşeler .

                        Onların rüzgarıyla salınır,
                        Gelin gibi....
                        Gökyüzünde mavi uçurtmalar.
                       
                        Onlardır.                    
                        Tavlı topraklarda
                        Tohumların kabuğunu çatlatanlar,
                   
                        Deli poyraza direnen bin yıllık çınarlarda
                        Onların direnci.
          
                        Denize değen günbatımlarında,
                        Irmaklara eğilen salkımsöğütlerde
                        Onların güzelliği.

                        Ellerinde tel arabalarıyla,
                        Bayır aşağı koşan güler yüzlü köy çocuklarında
                        Onların yaşama sevinci...

                        Sessizce dolanan ateş böceklerini görürsünüz
                        Hani karanlıklarda ışıl ışıl parlarlar ya.
                        Bilin ki göz atmaya gelmişlerdir.
                       Olana bitene.

                        Onlar...... Hep bizimle yürekleri,
                        Hep bizimle sevgileri, özlemleri....
                        Sessizce alkışlıyorlar şimdi bizleri.

                                                                                                  
                                      Cengiz KANAT       KEL-  6 Ed.D 1973




Fikret ağabey merhaba;
 
Bugün bir iş için Konağa indim...Dönüşte  iskeleden çarşı boyunca yürüdüm..
yol boyunca  bir tek tanıdığa rastlamadım, bir kişi ile bile  selamlaşmadım...
Sanki hiç tanımadığım bir ülkenin caddelerinde gibi hissettim kendimi...
Robot gibi koşuşan...asık yüzlü telaşlı yüzlerce insan...
telefonunu kulağına koyup  veya  telefon ekranında pür dikkat birşeyler
izleyen onlarca kişi.....
Metrodan sola dönüp evime giderken...  Eski istasyonun önünden  geçtim...
kafamı kaldırdım baktım...Chocolat  Cafe  duruyor  karşımda...  Gülümsedi gibi geldi bana... Evet  evet  gülümsedi Chocolat  Cafe bana...
Oturdum bir çay içtim...Çaydan aldığım her yudumda  gerilere daldım gittim...
Masanın başında seni gördüm  sanki...Günün ilk gülen yüzü olarak....
masada  yeşil- kırmızı  aliminyum folyolara  sarılmış  likörlü  çikolatalar  gördüm...Simitlerin yanında  sanki Hollanda menşeli  koca koca  peynir
dilimleri gördüm...lokmalara  eşlik  eden  ince belli bardaklarda,  tavşan kanı
çaylar  gördüm...Ben de gülmeye başlamışım farkında  olmadan...
Kendime geldiğimde...Aman be... Erdal dedim...

Hayal dünyasına ben, bazı  bazı...
dalsam bir türlü... Dalmasam bir türlü...
Gönlüme aşina olan bu sazı....
Çalsam bir türlü... Çalmasam  bir türlü...

Şarkısını  mırıldandım...  usul, usul...

Şimdi eve geldim..bunları düşüne  düşüne...
Yazmasam bu yaşadıklarımı... Karnım şişmeye başlayacak  sabaha kadar...
en iyisi mi dedim...  Yaz  kurtul...Öpüyorum  tonton yanaklarından...
17 Kasım 2014
Erdal ÖNAL(1964)

Hiç yorum yok: