Annem Drama,babam Kalkandelen göçmenidir.Ben soğukkuyuda doğmuşum 1940 yılında Metin Oktayın doğduğu Çiftefırınlar'ın çok yakınında.Babam soyadımızı Kalkandelendeki çok sevdiği ve tarihi değer taşıyan bir tepeden almış.Bu tepenin adı bugüne kadar değiştirilmeden kalmış.
Babamın alaybey istasyonu karşısında köşede
bir dondurmacı-muhallebici dükkanı vardı.
O öldükten sonra Arap osmanın babası Arap hafız çalıştırdıydı orayı.
Biz de tam karşısındaki evde otururduk.Bombacı Ali Çavuşun kızı kapı komşumuzdu.Dolayısıyla iyi tanırdım onu.Evine gittiğimde eşi Sıdıka hanım ağaçlardan topladığı meyveleri ikram ederdi.İlkokulda bir gün bizim sınıfa gelip
Yunanın kaçarken yaptığı mezalimi anlatmıştı.
Celalbey asfaltının asfaltlanışını çok iyi hatırlıyorum.O zamanlar 'yürrü ense traşını görelim' değil de 'asfalttan toz kaldırmadan'denirdi.Evimiz kiraydı.Sahibi de 40 anahtarlı Safter bey denilen kalantor bir zattı.Ben çocukluğum ve gençliğimle ilgili çok şey hatırlıyorum.Bu belleğimin güçlü oluşundan değil,
o günlere duyduğum özlemden kaynaklanıyor.
Aranıza hoşbulduk benim sevgili okuldaşlarım.
Saygon bakkaliyesi evet..Sahibi Recep amca babamla birlikte gelmiş memleketten.Uzaktan hısım olduğumuz söylenirdi.4 oğlu vardı.En küçükleri Akşen(Afeş) Karşıyakanın renkli simalarındandı. Benden büyük olduğu halde lise sonda aynı sınıfa düşmüştük. Çok iyi futbol oynardı. Babaannesi her onlara gittiğimizde 'Akşen senden kaç sınıf yokarıdadır Şener?' diye sorardı.Annesi Zehra teyze dünya tatlısı bir insandı.Babaannesine hanımteyze derdik.Ben onlarda ne kadar dergi varsa yere yayar ve okuduktan sonra o halde bırakırdım.
Şimdi 50sinden sonra olan tekne kazıntısı kızım bana aynı şeyi yaptığında
kadıncağızın ne kadar üzülmüş olabileceğini anlıyorum.
Akşen abinin en büyük abisi bizim lise mezunlarının çarşıda Halk Bankası binasının üzerindeki dernek lokalinde takılırdı.Albay emeklisiydi Hulusi abi. Diğer abisi ise İstanbuldaki Derneğin yönetim kurulunda şu anda.Hüsnü Saygon. Önceleri Soğukkuyuya giderken solda bir çıkmaz sokakta bahçeli bir evde otururlardı.
Daha sonra Alaybey İstasyonu yakınında bir yaptırdılar. Şimdi orada saygon Apt.var.
Bazı sabahlar evlerinin önünden geçerken içerden gelen mis gibi kızarmış ekmek kokusu aklımı başımdan alır,ayaklarım beni kapının Tokmağına götürürdü. Dümenden Akşen abi okula gitti mi,beraber gideli gitmediyse' diye bir şeyler gevelerdim. Zehra yenge bunu yutmuş görünür,beni hemen kahvaltı sofrasına buyur ederdi.Dükkandan gelen halis teneke peynirleri,kaşkavallar, sucuklar...bardak bardak çay.Oh be..
Saygon insanın aklına uzakdoğu ile ilgili bir şeyler getiriyor ama mutlaka memleketle ilgili bir anısı vardır.
Sözünü ettiğim kişilerin çoğu göçtü gitti…Ama ben onlardan yaşıyor gibi söz edeceğim.
Anılarımda capcanlı onlar çünki.
Bombacı ile ilgili bir anekdot: Bombacının oğlu ilk eşini kaçırmıştı.Bombacı sabah tuvalete kalkıyor ve oğlunun odasının önünder geçerken gördüğü manzara üzerine
hanımına sesleniyor:
'Sidika! Bizim Azizin yataginda iki baş yatiyor!'
Melih Eroğul bizden sonra herhalde.
İç Ali İç'i ben de çok iyi tanırdım.Ama o tam olarak şöyle bağırırdı:
İç Ali İç!Bu dünya senindir!
Ondan daha sonra söz edeceğim çokça.Hele bir orta 1 e başlayayım şubede.Kelçonun müdavimi olayım.Ses sineması yanında Arnavut Aconun dükkanı yandıktan sonra Fethi sanviççiyi açsın bakın siz görüyonuz gari..
Fethi kafası iyi olunca hamburgeni (hamburgen derdi o) iyi basardı. Kavrulmuş kıyma biraz da domates falan. Sandviçi de enfesti. Aynı kişiye hem abem, hem de oğlum dediği sıkça görülmüştür. Sıkı bir Menderes hayranıydı. Sandviç hep 50 kuruştu onda. Diğerleri arttırdıydı da a direndiydi. Maliyetine çalışırdı sanırım.
Ondan önce Aco vardı orda dükkanı yanmadan önce. Aksi bir arnavuttu. Oğluyla beraber çalışırdı. Öyle bir köfte başka hiçbir yerde yiyemezdiniz. Tanesi 5 kuruştu köftenin.
Yazlık Melek yanındaki Kelçoda ise 3 kuruştu köfte. O zamanlar Kemalpaşa camii yoktu orada. Cadde üzerinde bir yerdeydi. Oğlu Türker bizim lisedendi. İyi top oynardı. İlk 12 yaşında şubeye başladığımda Kelçoya dadandım.Yemek yiyenlere kupayla kırmızı renkli hoş kokulu bir içecek verirdi. Bizler isteyince size uygun değil derdi.İç Ali İç orada garsonluk yaptığı günlerde, o içecekten içip te burnu kızaran müşteriler,bir kupa da ona bahşiş olarak verirlerdi.
Eğer bir insanın adını bir sokağa vermedeki kriter o kişinin 40 yılda silinmeyen izler ve renkler bırakmış olması ise,ne duruyorsunuz beyler?İşte o insan karşınızda..İstanbuldaki Nevizade gibi bir sokak olsun,gençliğimin tektek meyhaneleri süslesin o sokağı, bir kadeh o kıvırcık saçlı Alinin şerefine kaldırayım,ondan sonra gözüm arkada kalmadan giderim valla...
Ben Cumhuriyet İlkokulu 1952 mezunuyum.Fahrünnisa öğretmenin öğrencisiyim.Daha sonra taşındık müsavat sokağa,oradan da Çiğliye.1967-74 arasında ben de Mavi Köşede oturdum.37 No.lu apt.da.Kasap Coşkun,Bakkal Fadıl, Berber Mahmut falan vardı.Tanış çıkacağız belki de.
Şermin ve Süder için üzüldüm.Kader işte.
Şener Baltepe beye: babanız dondurmacıdan çok dondurma aldık, ne onun tadını ne de babanızın yaptıgı üzerinde bol nar taneleri olan aşerenin tadını hala ararım. Bir keresinde Gökçen'e bunu bahsetmiştim, eksik olmasın bana o aşure gibisini yaptı, biliyorsunuz kendisi yemek ustası, aşçı demiyorum, yemek kitabı yazarı, son kitabı da İzmir otlarına ait.Dediğiniz gibi 18-688 sokakta tarlalar vardı, bizler oyun oynar Giritli komşularımızda o tarlalardan radika toplarlardı.
Bugünlük bu kadar nostalji yeter, hepinize sevgilerimle.
1959-6-fen Dr.Kumral
Gökçen Adar benim sınıf arkadaşımdır.Çok yönlü bir çocuktu.Alaçatıda Tuval adlı bir restoranı ve Kirli Çıkı adlı bir sanat galerisi var.Kedileri ile mutlu bir yaşantısı var.
O bir yemek uzmanı ama ben İzvarı tarif ettim ona,bilmiyormuş.Çarliston bibenn içine peynir,yumurta ve maydonuz va dereotunu paçal edip dolduruyor ve kızartıyorsunuz.Nefis bir meze oluyor ve rakının da yüzü gülüyor..
Evet önceki maildeki fotografta Gökçeni gördüm. Demek siz bizden iki sınıf büyüksünüz, sizi hayal mayal hatırlıyorum,zira liseye sizin oradan geçip giderdim.Biz 1688 sokakta mavi köşeye yakın rahmetli Huriye ögretmenini yine rahmetli oglu Süder'lerden Alaybey' e daha yakın otururduk.Snırım siz Alaybey ilkokulundan olgunuzdan hayal meyal hatırlıyorum,zira biz Cumhuriyet okulunu bitirdik. Ben Memduha ögretmende okudum,galiba sizden bir yıl sonra mezun olmuşum..Kasap Çoşkunu hatırlıyorum.Sizi de hatırlar gibiyim... Selamlar.DrKumral
Ben Cumhuriyet İlkokulu 1952 mezunuyum.Fahrünnisa öğretmenin öğrencisiyim.Daha sonra taşındık müsavat sokağa,oradan da Çiğliye.1967-74 arasında ben de Mavi Köşede oturdum.37 No.lu apt.da.Kasap Coşkun,Bakkal Fadıl,Berber Mahmut falan vardı.Tanış çıkacağız belki de.
Şermin ve Süder için üzüldüm.Kader işte.
Siz bizden sonraki dönem olmalısınız.Benim kardeşim Dinçer o dönemdendir.Ester ve Jülyet adında iki kardeş vardı.Mavi köşeye yakın otururlardı.Sonra İsraile göç ettiler.Onları denizci subaylarla evlendirmişler orada.Pastacı Sami beyin oğlu Asil sizin dönemden olacak.Bir gün makasla ayakkabısının bağını çözmeye çalışırken gözünü sakatlamıştı.Abisi Metin bizim sınıtandır.Okulun yanında Bombili diye bir dükkan vardı.Mabel sakızları,Zungla ve Şarkspor şekerleri alırdık ondan.Zungla şekerlemeyle kaplı nefis bir incir ezmesiydi.Hayvan resimleri çıkardı sarılı olduğu kağıtlardan.Bombiliden leblebi tozu alır,Yusuf diyerek karşımızdaki arkadaşı leblebi tozuna bulardık.Birgün Bombiliyi polisler götürdü sarkıntılık yaptığı için.50 Türk büyüğü kartları biriktirirdik.Yapıştırmalı 7-17-27 oyunu vardı.Tamamlayan Bombiliden koca bir çikolata alırdı.
2002 de 50.mezuniyet yılımız dolayısı ile toplandık
Ege Üniv.e gittiyseniz ortak anılarımız daha çok olacak sanırım.Baraka kantin muhabbetleri falan... Şener Baltepe 28.12.2009
Ne güzel anılar okudum, Cumhuriyet ve Türkbirliği ilkokulları mezunlarından.
Sonra ümitle bekledim benim de okulumdan birisi (hatta çok kişi) çıkar da
anlatır diye. Kimse kımıldamadı.Bari ben başlayayım :
Yaşamımın en güzel günüydü 1946 yılında okula başladığım gün.Benimle gelmek
isteyen annemi arkamda bırakıp koşarak gitmiştim.İkinci dünya savaşının etkileri
hala devam ediyordu yurdumuzda:Siyah önlük kumaşı bulamamıştı annelerimiz.
Resmi binalarda çalışan hademelerin gri renkli üniforma kumaşlarından alınmış
ve evde siyaha boyanmıştı.Ama etrafı dantelle çevrili beyaz yakam pek fiyakalıydı.
Bayrak merasiminden sonra sınıflarımıza yerleştirildik . Sınıfa girmek istemeyen
hüngür hüngür ağlayıp annesinin eteklerine yapışan arkadaşlarıma hayretle
baktığımı hatırlarım hep. Hele Öztürk, bir hafta annesi ile ayni sırada oturmuştu. Nerelerdesin şimdi Öztürk ?
Ne kadar güzeldi okulumuz: Kocaman toprak bir bahçesi ulu , ökaliptüs ağaçları
vardı.Ana binaya beyaz mermer kolonlu ve mermer basamaklı bir merdivenden çıkarak
girilirdi.Bütün fotoğraflarımız da orada çekilirdi zaten her ders yılı sonunda ve 23 Nisan'da.
Sol tarafta nefis bir kilise vardı.Müsamerelerimizi orada yapardık,İsa'nın gözünün altında. Hiçkimse de rahatsız olmaz ,dinini imanını kaybetmezdi.
15 yıl evvel ayni okulda okuyan torunumu çıkışta alayım,hem de anılarımı tekrar yaşayayım diye gittiğimde (gitmez olaydım), o muhteşem kilise yıkılmış yerine bir beton bunker gelmişti.İçimden çook derinlerden birşeyler sızladı.
Aşağıdaki resim 23 Nisan 1951 tarihini taşıyor.Mezuniyet yılım.Tuvaletli kızlar kelebek dansını oynadılar,oturanlar zeybekler. Bunları yazarken okulumun kuruluş tarihi,okul olmadan evvel ne idi hiç bilmediğimi utançla farkettim Tamamlar mısınız.?
Öğretmenim Muazzez hanım,müdürümüz Hüseyin Çağlayan,mandolin hocamız
Nuri bey ,sizleri hiç unutmadım ışıklar içinde olun.Hele bu sene Okulun karşısındaki
sokağa müdürümüzün adının verilmesi beni çok duygulandırdı.
Hamide teyze elinde kocaman çan ,teneffüs zilini çalıyor,haydi allahaısmarladık.
Melda Ok
Garip ama gerçek!
Ekli fotograftakilerden,senden başka Şengül Gökmen (Şimdi Birleşik Amerika'da diş hekimi) ve Gülsen Şaşal'ı şıp diye tanıdım.Herhalde Gülsen Şaşalı şimdi görsem tanıyamam.
O merdivenlerde benim için de çok anlamlı bir sınıf resmimiz var.
Ama Karlis'e gönderecek becerim yok!
Selamlar.
Necat Kuymulu 1961.
Melda'nım merhaba, ben Ankara ilkokulunun yanındaki bir evde doğmuşum, okumuş olayım diye de göbegimi Ankara okulunun bahçesine gömmüşler.Bir de Ankara ile Cumhuriyet ilkokulları arasında en iyi oldukları çekişmesini hatırlarım.
Hep erkekler anılarını yazıyordu, biz hanımlar bunu kırdık, teşekkürler......DrKumral
FIRAT TUNA
Merhaba Ben 1963 girişliyim. Okulun yanında Mustafa Buluğ'ların (Sakıpağanın torunu, babası vapur iskalesiniden çarşıya girerken İş bankası yanında "süt damlası" mandırasının sahibi rahmetli Mehmet amcaydı, bana kimse "ayranını içmedim" demesin lütfen.. Neyse bizim kaçak top oyunlarımızdan Musti koleksiyon yaptı,o da ayrı hikaye.. Ablam Püren Tuna'nın hocası Leman hanım, benimki 1. sınıfta Saime Eryılmaz,2 den mezuniyete kadar Münire Gada, Rahmetli kardeşim Nuran Tuna'nın Hocası Mualla hanımdı.O sadece 1. sınıfı okuyabildi.. Başöğretmen Vural bey'di. Müzik hocamız mandolinli Nuri bey' di. Zavallı hocamız Münire hanımın gazabından korkar, sadece sınıftan başını uzatır, bakışlardan durumu idrak eder, hemen uzar giderdi. Müzik dersi deyince aklıma sadece sınıf kapısından uzanmış Nuri bey'in kafası gelir. Osman Kavran, Osman Tireli, İnan Özyıldız, Ahmet Kacar, Ferhat Temelli, Erkin Bengisu, Amelia Enver,Ahmet Sakızlı, Mustafa Beşikçioğlu, Yalıdan Necip.. bir çırpıda aklıma geliveren isimler. Benim canım sınıf arkadaşlarım.Şimdiki hallerini bilmek istemiyorum öyle bıcır bıcır kalsınlar aklımda.. Şimdilik başlangıç bu kadar, gerisi gelir... Saygılar...
Baltepe abi
Bugün çok güzel birşey oldu..Farkındamısın...
Kumral hanım 6 satırlık bir mail attı....
Sevgili Fırat Tuna ""Süt damlası" mandrası deyince..
Numune fırınının bitişiği geliyor aklıma...
1960'larda Orada 18-20 yaşlarında beyaz tenli
kırmızı suratlı güler yüzlü bir delikanlının silueti
hala gözlerimin önünde....
Kusura bakma sevgili Tuna ama... Ben Sakıp Ağa'nın ayranını
tercih ederdim... yarım kiloluk bira bardaklarının içinde
verilirdi...yanında açıkta da tuz olurdu.. istediğin kadar
atardın...suyun içinde duran tatlı kaşığı ile karıştırırdın..
O kadar köpüklü olurdu ki içtikten sonra
bembeyaz bıyıkları olurdu adamın....
Abilerim...Ablalarım... biraz daha gayret...
az kaldı..
Şu aralar sohbet oralara yöneldi... yıllardır o kadar istedim ki,
mösyönün, arabasıyla bir fotoğrafını bulmayı....
Sanırım mösyöyü herkes tanıyor...At arabasıyla çerçilik yapan
arabanın açılan yan kapaklarının herbirinin içi ayrı bir reyona
benzeyen...Boynuna çapraz astığı borç defteri ile... Kuran kursu
öğrencileri gibi gezen 1960'larda birgün İsraile göç eden mösyö..,
o da arabacılar sokağında otururdu...
İşte bir de onun fotoğrafı çıkarsa bohçalarınızdan... çok sevineceğim...
son günlerde yazan arkadaşlar..Karlis'te yeni yeni duyulan isimler
çogu da 1960 öncesi liseyi bitirenler onun için onlara Necat
Kuymulu'nun yazdığı " Şayeste Sokak " yazısını önereceğim...
http://unutulmasinakiyamadiklarim.blogspot.com/2007/11/ayeste-sokak.html
Mutluluk dileklerimle....
Erdal ÖNAL(1964)
Fırsat buldum,konuya bir yerinden takılayım dedim!
Bizim burada anılarımızı eşeleyip,anlattıklarımız var ya...
Karşıyaka'nın tarihine dair yaşanmış, hayal mahsulü olmayan, gerçek TANIKLIKLARdır.
Tanıkların hepsi de yeminsiz, katıksız, saf, samimi, ard niyetsiz, hiçbir beklentisi (günümüzün sakat değer ölçüleriyle bakarsak) hiçbir çıkar hesabı olmayan, ama en önemlisi gönüllü tanıklar.
Tanıkların, birbirlerinden habersiz, çocukluk ya da ilk gençlik yıllarına ait anıları, birbirini teyid ettikçe, bir bakıma tamamladıkça, bu konuda araştırma yapacak tarihçilere, sanırım, aramakla bulamayacakları çok önemli bir kaynak oluşturmakta.
Bu saptamayı yaptıktan sonra, Sevgili Baltepe'nin değindiği birkaç noktanın bende çağrıştırdıklarını sizlerle paylaşmak isterim;
Sözü geçen yıllar 1950'lerin başları.Yani 1940'ların başlarında doğanların yeni yetme çağlarındaki gözlemlerinin yaşandığı müşterek zaman dilimi.
Sözünü ettiğimiz yıllar, şimdiki Karşıyaka'lıların hayal bile edemiyeceği Karşıyaka'nın nüfusunun 20.000 'leri geçmediği yıllar. Gözlemlerin geçtiği MAVİ KÖŞE çok önemli bir kavşak noktası.
Köşe başında bulunduğu sokak, Eski mahfil binasının önünden İskeleye çıkar. Maviköşenin 5-
Sevgili Baltepe'nin bahsettiği isimlerden biri, Pastacı Sami beyin oğlu ASİL.
Asil'in babası Pastacı Sami, (benim için Sami amca), Selanik'liydi. Rahmetli Pederin memleketten yakın arkadaşı. Sanırım onlar da mübadele ile Karşıyaka'ya gelmişler ve iskan edilmişlerdi.
Asil (kerata 10-11 yaşlarındayken çok güzel ağız mızıkası çalardı, hala eline alır mı bilmem) Sami amcanın 9 çocuğunun tekne kazıntısıdır, yanılmıyorsam 1943 doğumludur. Baltepe abinin sınıf arkadaşı olan Metin ise Asil'in kendisinden bir büyük ağabeyi değildir. Şimdi geldik zurnanın zırrrtt dediği yere!
Asil ile Metin arasında 1942 doğumlu CENGİZ vardır. Benim tam da yaşıtımdı. Cengiz doğuştan arızalı,kendi halinde kimseye zararı olmayan bir insandı.Konuşamazdı… Bu nedenle lakabı ; "hafif tatlı" anlamında "GODE" idi. Hasta bir KSK taraftarıydı. Kafsinkaf çekemez, kendince "PO, PO, PO- Sİ, Sİ, Sİ- PO, Sİ -PO, Sİ- POO, diye tezahürat yapardı.
Bu yüzden, nedense sonradan, sevgili arkadaşım (merhum) Cengiz Kocatoros'a GODE denmesini ve bu lakabın onunla özdeşleşmesini, hep yadırgamış ve Sami beyin Cengiz'ine (GERÇEK GODE'ye) sanki haksızlık yapılıyormuş gibi algılamışımdır... Neticede o zamanki Karşıyaka da sadece güzel, akıllı, üstün nitelikli vs vs vs. insanların yaşadığı bir yer değildi. Nur içinde yatsın GODE CENGİZ de hayatımızın bir parçası,bir rengiydi...
Gelelim Jülyet'e ; aynı yaştaydık ve orta okulda sınıf arkadaşıydık. Çok hoş, dalgalı siyah saçlı, üzüm gözlü, bıcır bıcır bir kızdı. Yeni yetmeler arasında çok da (isimleri bende saklı) hayranı vardı...
Başarılı bir öğrenciydi, arkadaşları arasında pek sevilirdi ve kusursuz Türkçe konuşurdu... Bu günden o yıllara bakınca, Jülyet'e en ufak bir ayrımcılık bile yapıldığını anımsamıyorum. Hangi yıl olduğunu hatırlamıyorum ama (1955-56 olabilir) okullar açıldığında Jülyet aramızda yoktu! Herkes birbirine soruyordu,neden yok diye... Sonradan öğrenildi ki ailece İsrail'e göç etmişlerdi... Jülyet, gönüllerde bir boşluk bırakarak,bizlerden ayrılmıştı, bir daha da görünmedi...
Konuya ilişkin iletilerin birinde (Liseden sınıf arkadaşım) Kumral Dr. Jülyet'in babasının manav olduğundan bahsediyor. İzniyle, küçük bir düzeltme yapmam lazım.Manav yerine "bahçevan" demek daha doğru olurdu sanırım. Zira (Şu anda ismini hatırlayamadığım) Jülyet'in babası atının iki yanına yüklediği küfelerde "mor mor patlıcaan,kırmızı domatt,yamanların çalı fasulyeee" diye bir yandan çığırarak seyyar bahçevanlık yapardı.Nur içinde yatsın anneciğim,ondan sıkca alışveriş eder ve "bahçıvan" yerine adıyla hitabeder, aralarında da çaktırmadan Safarat İspanyolcası konuşurlardı... (bizim evde konuşulan bu dile Yavudice denirdi. Babam da çok iyi konuşmasına rağmen ne yazık ki bize tek kelime bile öğretmediler!)
Şimdi,içinizden bazıları "Yaw Necat abi,Kumral Dr. 1959 mezunu değilmiydi?" diye aklından geçirirse diye belirteyim! Kumral Dr.un biraz acelesi vardı zahir...Biz basketbol oynarken o sürekli iftahara geçerdi, pürtelajjj mezun oldu...O hızla tıbbiyeyi bitirip, Türkiye'nin en genç Profesörü ünvanını kaptığı tevatür olunur!..(Bence kesin doğrudur).
Sevgiyle kalın.
Necat Kuymulu.
6 Ed.A 1961
Bir saptama da benden.Cengizin Sami beye uğur getirdiğini,işlerinin o doğduktan sonra açıldığını söylerlerdi.Doğduğu zaman normalmiş,ancak bir gün balkondan aşağı düşürmüşler.Gerçi son anda yakalamışlar ama,çocukta bu eser bırakmış.Belki en büyük ağabeyleri Selami bilir.Şimdi Çeşme dalyanda oturuyor.Gode cengizi,kendi kendine attığı tokatları ve adeta hayatı protesto edercesine uzattığı kocaman yumruğunu hep hatırlayacağım... Şener Baltepe
Ben Sakıpağanın elinden bu ayranı içmiş adamım.O namanlar 25 kuruştu.Hemen yanında Necmi Dörtkardeşlerin aşçı dükkanı vardı.Pilav üzeri az taskebabı yer,o kesmezse Fethide sandviç yerdim.Kafsinkafa bir futbolcu alındığı zaman ona Necminin dükkanı gösterilirdi.Onun tam yanında da mercimek çorbasına bayıldığım bir çorbacı vardı.Fakültede sınavlara sabahlara kadar Portofinonun floresan işığında çalışır,ondan sonra da bekçilerin uyuduğu fırından sıcak ekmek arasına bir kalıp tereyağı koyar,birlikte kırmızı biber,salça ve kızgın sadeyağla hazırlanan mercimek çorbasını içer ve sınavda uyurduk.Böylelikle kısa sürede semirmiş ve dilenci ensesiyle yarışacak bir enseye sahip olmuştum. Şener Baltepe
Celal Bey asfaltında oturan en önemli kişilerden biri de ilk Türk savaş pilotu Sami Önuçandı.Tabii 40lı yıllarda.Cumhuriyet İlkokulunun karşısında Mehmet Zuhalin bahçe içinde köşk gibi bir evi vardı.Hemen yanında ise İşadamları kulübü.
Cumhuriyet okulunda bizim dönemde sözünü etmeye değer iki kişi vardı bence.Alev Çullu ve Şimdi İzzet Günayın eşi olan İpek.Çulluların çarşıda bir fotoğrafçı dükkanları vardı.Bir akrabaları da Çiğlide otururdu.Fakat a uğursuz kaza aileyi perişan etmişti.Hayat çok acımasız oluyor bazen... Şener Baltepe
Celal bey asfaltında Alaybey istasyonuna yakın kısımda Bakkal Memnune Hanım, karşısında kuru temizlemeci Mehmet vardı. İlkokuldaydım, 1966 yazı olabilir...
Her yaz bir yerde çıraklık yapma prensibi gereği, o yaz da babam beni kuru temizleyicinin yanına vermişti...
(O Mehmet ağabey, önce çımacı, sonra, makina dairesi, derken körfez vapurlarına kaptan oldu. Nereden nereye).
Memnune hanıma varmadan üç dört ev önce Rafael otururdu, aşağı yukarı benimle yaşıttı (1956 lı ), Kumru, ya da Paloma isminde iki ablası vardı (?). Babası faytoncuydu... Rafael çilli kızıl saçlı daha çok İskoçlara benzeyen havuç kafa birşeydi.
Kendisini mahallenin "Ali kıran baş kesen"i Ringo Kazım' a karşı korumuştum, buradan temellenen arkadaşlığımız, ancak bir yaz sürmüştü... Tarih o kadar eski ki, acaba büyük ablasının adı Jüliyet, Küçüğünün adı Paloma olabilir mi? Bahsi geçen Jüliyet'in ailesi ile aynı insanlardan mı söz ediyoruz? Net bilmiyorum, ama madem konu açıldı, belki fotoğrafın tamamlanmasına yardımcı olurum diye düşündüm..
Bir dönem otelde çok İsrailli ağırladık, casinolardan dolayı çok rağbet vardı.. Türkiyeli İsraillilere sordum, Dünya'nın her yerinden gelenler dernekler kurmuşlar, Hatta bir merkez bile varmış Kim nereden geldi filan diye.. İzmirli birini bulup öğrenemedim.. Sonra da ucunu bıraktım.. Bir de Benim gibi 1978 ED. mezunu Claudio Filipucci'yi çok aradım İnternetten... Şişko birşey çıktı karşıma Şef olmuş (Mutfak), "turizm okuyacağım İtalya'da" demişti, o kısım da tutuyor, tipi de andırıyor ama, gözünde o fırlama parıltı yok .. Yakıştıramadım, bizim Claudio bu "yaratığa" dönüşmemiştir dedim. Netekim (!) cevap da gelmedi Mailime... O da hayalimdeki gibi kaldı, ne güzel… Fırat Tuna
Vallahi yapardım....Ben İngilizce bilmiyorum....
AMA bilseydim eğer....
Baltepe abinin..Kumral Doktorun...Kuymulu'nun ve Tuna'nın
yazdıklarını okuduktan sonra onların verdiği şevk ile
İnternete girer bir iki İsrael gazetesinin mail adresine
ulaşır oraya mail atardım....
Aradan 55 yıl geçti ama "Karşıyakalı Jülyeti" Karşıyakalılar
unutamadı.....1955 öncesi izmir karşıyaka'da yaşayan
babası bahçevanlık yapan...güzelliği ile gençlerin
rüyalarını süsleyen....Der.... sonra da Necat'ın mailinden
jüliyet ile ilgili paragrafı monte eder... İsrail gazetelerine
gönderirdim.....Sonuna da Karlis'in mail adresini eklerdim....
Düşünsenize bir kere... Jüliyet haberi okumuş...70'lik bir
ihtiyar olarak çantasına koymuş eski fotoğraflarını gelmiş Karşıyaka'ya......
Bundan güzel mutluluk...Bundan güzel anı olur mu?
torunlarımıza anlatacak ne hikayeler çıkardı....Bu hayalden....
Necat; Jülyet gelirse ismi sende saklı olan isimleri ifşa edersin...
değil mi? Bu kadar sürede devlet arşivleri bile açılıyor... ERDAL ÖNAL
Celal Bey asfaltında oturan en önemli kişilerden biri de ilk Türk savaş pilotu Sami Önuçandı.Tabii 40lı yıllarda. Cumhuriyet İlkokulunun karşısında Mehmet Zuhalin bahçe içinde köşk gibi bir evi vardı.Hemen yanında ise İşadamları kulübü.
Cumhuriyet okulunda bizim dönemde sözünü etmeye değer iki kişi vardı bence. Alev Çullu ve Şimdi İzzet Günayın eşi olan İpek. Çulluların çarşıda bir fotoğrafçı dükkanları vardı. Bir akrabaları da Çiğlide otururdu.Fakat a uğursuz kaza aileyi perişan etmişti. Hayat çok acımasız oluyor bazen... Şener Baltepe
Merhaba sevgili okuldaşlarım,
Çoğumuz orta 1 E şube binasında başlamışızdır. Ben o günlere dair hatırlayabildiklerimi paylaşmak istiyorum sizlerle.
1952 yılında başladım orta 1 E. İlk gün muavin Emin Örenel bizi bahçede topladı ve almanca ve fransızca bölümlerine ayrılmamız için uzun uzun dil döktü. Bizler çoğunlukla ingilizcede kaldık.Emin bey benim ilkokul öğretmenimin eşiydi. Sert mizaçlı ama yufka yürekli biriydi.Osmanbey parkı civarında güzel bahçe içinde bir evde otururlardı. Ekmel ve Ayşe adında iki çocuğu vardı. Evin bahçesindeki şadırvan çok güzeldi.Eşi Fahrünnisa öğretmen hayır işleriyle uğraşmayı severdi. Evlerinde sanırım Kızılay ya da Yeşilay zarflarına posta pulu yapıştırdığımı hatırlıyorum.
Neyse sınıflara girdik.Yerlerimize henüz oturmuştuk ki içeriye beyaz önlüklü,ortadan kısa boylu,tıknazca,alabrus traşlı,bademden biraz kalın fırça bıyıklı bir zat girdi.Elindeki çantayı
ve beyaz önlüğü görünce bizde şafak atmıştı'Ama biz daha yeni olmuştuk' diye söylene söylene korku içinde ve bazılarımız da ağlıyarak kollarımızı sıvamaya başladık.O zamanlar kaynatmalı enjektörlerin iğneleri çok acıtırdı.Benim ilk iğnemi Dr.Lebit Yurdoğlu yapmıştı çocukken ve acısını unutamamıştım.Neyse gelen zat kendini tanıttı ve ferahladık.Şerif Egeli ile ilk tanışmamız böyle oldu.
Şerif bey çok kibar, titiz,dakik ve her şeyden önce insani yönüyle çok üstün bir insandı.Ben tıfıl olduğum için en önde oturuyordum ve benim gibi pasaklı bir öğrencinin karşısında ders vermek zorunda kalması talihsizlik olmalı onun için diye düşünüyorum şimdi.En çok kullandığı kelime 'paşam' idi. 'Tırnağı ile kalem açan bu paşa adam olursa ben de iki elimi keserim' dediydi. Ama bakın öyle bir şey yaptı ki bir gün.. Beni evine çağırdı ve bir masa gösterdi bana.'Tut şunun ucundan' dedi ve beraberce istasyona kadar taşıdık. 'Bunu sana ders çalışman için veriyorum; kahvelerde iskambil oynanan masalardan daha yararlı olmasını dilerim.' dedi. Fakülte son sınıfa kadar kullandım onu. Birlikte furgona yükledik onu. Yaa.. İstasyon, istasyon şefi ve kırmızı şapkası karatren.banliyö treni,marşandiz, posta treni, şimendifer,terazi,düdük sesi, oturay, motorlu tren, bir yanı yeşil, diğer yanı
kırmızı işaret levhası düüüt tamam çuf çuf cuf…
Yıllar sonra kızı Nazife benim çok takdir ettiğim bir öğrencim olmuştu.
Neyse biz o sıralar Çiğlide oturuyorduk: Masayı eve götürdüm ve 5 numara lambayı yerleştirdim üzerine. Bak neler hatırlıyor insan… İdare lambası, gazocağı iğnesi, öküzbaş çivit, külsuyu ile yapılan kalburabasma, bahçedeki tulumba, kahvedeki lüks lambası falan…
Şerif bey beni severdi aslında. Çok çok kızarsa elindeki tebeşiri fırlatıverirdi...
Aaa…vaktimiz dolmuş.Teneffüs zili çaldı bile..Haydi bahçeye Bekir ağanın 5 ve 10 kuruşa sattığı şambaliierine. Bak sesi duyuluyor bile 'şaammaliden taat' diye. Yalnız acele etmek lazım çünkü ikinci ders coğrafya. Nadide hanım henüz çok genç ve geç kalınınca pek bi kızarmış...
Şener Baltepe
Şener abi...
Bizlerle paylaştığın anılar için teşekkürler....
Yaşadık..
çünkü daha orta-1'e yeni kaydolduk...
demekki anılar
epey uzun sürecek...
yazının
idare lambası..5 numara lamba..( abi eğil kulağına söyleyeyim..
o yıllarda kızların güzelliğini anlatırken 5 numara lamba şişesi
gibi bacakları var denirdi... Hatırlarmısın....)
öküzbaş çivit...Maltız...Kuzine...
çamaşır tokacı...Dalan yeşil sabun
bölümüne geldiğimde...
kapatıverdim, bilgisayarın olduğu odanın kapısını....
gittim geçmişime...bii... Turladım geldim..
60 yıl öncesinde....
Masalın bundan sonraki bölümü galiba
coğrafyacı Nadide Hanımla devam edecek...
sana bir fotoğraf gönderiyorum..
belki ilham verir....
Şener abi...
şimdi ben demiyeyim mi????
Geçmiş zaman olur ki hayal-i cihan değer....
Erdal ÖNAL(1964)
ALLAHALLAH....
Şener abi...
Kaminetoyu unutmayalım diyorsun...
Tamam unutmayalım da...
Ama kamineto bir tür gazocağının
minyatürüdür...
küçücük bir şeydir..
yakıtı ispirtodur
başparmak kalınlığındaki fitil deposundan
alır ispirtoyu...Sen de üstten yakarsın..
genelde de kahve çay yapmaya yarar...
Eeeee... şimdi böyle bir alet..Tuvalete giderken
neden alınsın ki;
Yoksa kamineto deyip de başka şeylerden mi ? bahsediyoruz...
Şener abi... baksana 2 ihtiyarın muhabbetine...
genç arkadaşlar belki de ilk defa duyuyordur..kamineto lafını...
bu lafı senden..Benden başka bilse bilse..bir de Necat bilir...
diyeceğim ama...Belki O da bilmez..Çünkü Şayeste sokakta büyümüş ya...
Ama Şener abi; böyle kamineto..öküzbaş civit muhabbetlerini gel biz
Karlis üzerinden yapmayalım...Özelden yapalım....
yoksa...adımızı ihtiyara çıkarır...sinirlerimizi...bozabilirler.. Erdal ÖNAL(1964)
Yaw ihtiyarlar,
Ben onu bilirim de"kaminato" olarak bilirim.
Önemli değil tabii,aynı kapı işte.
Çocukluğumun,çok güzel bir kısmını da 1945-1960 arasında hafta sonlarında,tatillerde ÜÇKUYULAR'da geçirdim.
Üçkuyular deyince,aklınıza şimdiki Fahrettin Altay Meydanı gelmesin.
Benim Üçkuyular'ım suyu,elektriği olmayan,yaklaşık 80 haneli, çoğunluğu Girit'ten,Selanik ve Makedonya'dan gelen yoksul göçmenlerin oturduğu bir KÖY idi.Babamın tek kardeşi (ablası) Hala'cığım orada otururdu. Üçkuyular adını da gerçekten üç kuyusundan almıştır.Kuyuların biri,Halamın bahçesinin hemen önünden geçen köy yolunda,bahçenin karşı tarafında idi.Köy yolu dediysem,toprak yol işte,tek araç da tek atlı arabalardı,daha çok yük taşımak için kullanılırdı...Sözünü ettiğim bu kuyunun suyu, içmek için kullanılmazdı...Köyde içme suyu,evlere İbraam Ağa'nın çiftliğindeki kuyudan (2) ya da Abdullah Ağa'nın çiftliğindeki kuyudan(3) galvaniz kovalar ya da içine ahşap sap takılmış gaz tenekeleriyle taşınırdı. O nedenle su evlerde çok özenle kullanılırdı,çok kıymetliydi... Geceleri, duvara asılan aynalı gaz lambalarıyla aydınlanılırdı. Kış geceleri sohbetle geçer -ya da bana göre geçmek bilmez- erken yatılır (gazdan tasarruf için) ve gün doğmadan kalkılırdı.
İşte geldik zurnanın zırt dediği yere !!!
Halamın eşi Mahmut amca,sabahın esselatında uyanır , ilk iş dağdan kesilip özenle istiflenmiş pırnar (palamut) odunlarını odadaki teneke sobada hemen tutuşturur, evin dışında,bahçe kenarındaki helaya gider,sonra da temizliğini yapar,mis gibi yeşil sabun kokusuyla gelirdi.Vee,ikinci iş hemen KAMİNATO'yu yakar sade sabah kahvesini pişirirdi. Bu bir ritüeldi,her sabah tekrarlanan...
Odayı, ispirto ve kahve kokusu kaplardı...Hala burnımda tüten...
Onun için, ihtiyarlar, bir "kaminato" sözcüğü , beni şimdikilerin pek anlıyamıyacağı şekilde bir başka aleme götürür, pek çok şeyler anlatır...
Yanaklarınızdan öperim.
Necat Kuymulu
6 Ed.A 1961
Kamineto ispirto yakan çok küçük fitilli bir ocaktı.Bu tamamen espri olarak söylenmiş bir şey.6 kollu iskambil oynayan amcaları seyrediyoruz.Birinin acilen tuvalete gitmesi gerekmiş.Ustaya söyledi bunu.O da şaka yollu 'ulan bir kamineto al da popon donmasın' diye espri yaptı.Tuttuydu bu espri.Demek sizler duymadınız.Neyse unutun gitsin.
Biz gelelim kaldığımız yere.Nadide hanım gencecik bir öğretmendi.Kibar,sevecen,güler yüzlü,ufak tefek bir hanım.Sanırım Zafer sineması sokağında bahçe içinde bir evleri vardı.Fakat jestleri,mimikleri,yani vücut dili o kadar etkili idi ki karşı konulmaz bir saygı uyandırıyordu bizlerde.Dolayısı ile çıt çıkarmadan,sanki bir ibadet sessizliğinde dinlerdik onu.Ders bittiğinde artık karşı koyamaz hale gelen haşarılık içgüdümüz birden patlayıvermiştik.Teneffüse bile çıkmadan birbirimizle boğuşmaya başladık.Şamata,gırgır kıyamet. Zili duymamışız.Derken sınıfa bir bey girdi ve gök gürültüsü gibi bir sesle: ‘Susun be eşşek sürüleri' diye bağırdı.Kim miydi bu? Mabadı daha sonra... Şener Baltepe
Ayrıca yuda, yakartop, dokuz kiremit, kozalak maçı(okul futbol sahasının arkasında çam kozalağı ile) ip atlama oynardık.Tıp diye bir oyun vardı ve de sessiz film anlatmaca....
Ben bi şey sorucaam. Hani ebe olan arkasını döner, diğerleri arkasında durur ve bir tanesi ensesine tokadı patlatırdı. Sonra hepsi birden işaret parmaklarını kaldırır ve vızzz diye arı sesi çıkarırlardı. Ebe de kimin vurduğunu bulmaya çalışırdı. Hatırlayan var mı?
Dokuz kiremidi Alaybey istasyonunun yan tarafında bir arsada oynardık. O esnada biz yaşlarda ama sert bakışlı bir çocuk peydah olmuştu.Bir dalı büküp dandik bir yay yapmıştı ve bizlere daldan yaptığı oklar atıp zevklenirdi. İşte ilerde kafsinkafın ateşli amigolarından olacak Albay lakaplı Gökmen ile böyle teşerrüf ettim.
Hadi bakalım ebe kimse yumsun. 1, 2......Önüm arkam sağım solum sobe...Çanak çömleği zor patlatırsınız bu sefer..Elli küsur yılın ardına saklandım çünki... Şener Baltepe
Allah Allah..
Bizler de yaşlandıkça neleri özlüyoruz. Kamineto, gaz ocağı, çelikçomak oyunu, diringa, meşe oyunları, çember çevirmeler.
Diğer taraftan Karşıyaka’nın eski güzelliği, insanların o kibarlıkları, birbirlerine saygıları gb.
Gençler herhalde bizim bu halimize gülüyorlardır. Belki de bazıları bizlerin bunadığımızı bile düşünüyorlardır.
İşte, şimdiki gençler karpit lambasını bilmedikleri gibi, karpit patlatmasını bilemezle. Bu da kamineto gibi.
Kamineto güzel bir ocaktı. Umumiyetle yaz günleri kuzinamız yanmadığı için, annem babamın kahvesini hep onun üstünde pişirirdi. İçersine renkli ispirto konduğu için is de çıkartmazdı.
İlkbahar günleri Küçük yamanlara piknik yapmaya gittiğimizde onu da muhakkak alırdık.
Bende bu arada köme köme ağaçların gölgesinde piknik yapanların arasında dolaşır can erik satardım. o zamanlar küçük yamanlar yemyeşildi. NE GÜZEL GÜNLERDI.
Tüm KARLİSLİ arkadaşların yeni yılını kutlar sağlıklar dilerim.
Fikret TOPAÇ
İlahi Fikret abi,
Şu "diringa" sözcüğü gülme krizine uğrattı beni.Nerden de aklına geldi?
Yaw, ben bu sözcüğü duymayalı kesin yarım asırdan fazla olmuştur.
Şimdikilerin "diringa da ne?" dediklerini duyar gibi oluyorum.Onlar bilmezler, bizim çocukluğumuzda oyuncak neyin bilmediğimizi.
Çember çevirmek için "telden itme gereçleri" yaptığımızı...
Çocuklar;
Diringa yaklaşık 1Cm çapında kilden yapılmış küreciklerdir.Bunlar kurutulduktan sonra kırmızı,mavi gibi göz alıcı renklere boyanır, veletlere kakalanırdı.(Benim çocukluğumda tanesi delikli 1 kuruşa satılırdı) Zira boyaları çok çabuk dökülür, dringaların keyfi kaçardı.
Biz dringalarla "Gırgit" oynardık Fikret Abi, ya siz?
Sevgiyle kalın.
Necat Kuymulu. 1961
Fikret TOPAÇ kardeşime: Tabii ki neleri özlüyoruz ; özlememek mümkün değil, çok güzel ortamdı bu günlere göre,yamanların eteğinde hayvan çiftliğimiz vardı, hayvan yetiştirir tarlalarında da patates yetiştirirdik, bir kuyusu vardı tarlalarımızın şöyle kenarları taş örgülü, 4-
İYİ DE BE ABİ GEL DE ÖZLEME O GÜNLERİ. Kenan Kader
Yeniden herkese merhaba,
Sadece sizler değil, bu anlatılanların hepsini büyük bir zevkle okuyan bizler bile özlüyoruz o günleri.... ( En azından kendi adıma konuşayım:) )
Sizler kadar olmasa da, 70 lerin sonu 80 lerin başında ucundan kıyısından yakaladık, Karşıyaka sokaklarında oyun oynamayı. Bizim lisenin ana kapisindan dumduz giden yolun sonundaki 1703 sokakta geçti çocukluğum ve malum Bahçelievler oldugu icin pek trafik sorunumuz yoktu ve doyasıya oynayabiliyorduk sokakta. Hatta sokağın iki yanındaki direklere ip gerip, voleybol filesi yapıp voleybol bile oynardık, nadiren bir araba geçerse duvarın üzerine tırmanıp, ipi biraz kaldırıp voleybola devam edebiliyorduk. O derece az bir trafik vardi.... Yakartop, dokuz kiremit, saklambaç, istop, elim sende, misket, tip, evcilik gibi oyunları kan ter içinde kalıncaya kadar oynardık.... Komşu bahçelerden erik çalma da cabası:))) Huysuz bir komsu tarafından sürekli bahçesine kaçan toplarımız kesilirdi ve eğer sağ ise Allah uzun ömürler versin ama O'nun yüzünden az top parası gitmedi harçlıklarımızdan......
Su an benim 13 yaşındaki kızım sokakta oyun oynama kavramını bilmiyor. Maalesef. Sokakların güvensizliğinden, trafiğin deliliğinden, bilgisayar da oynamanın cazibesinden çocuklar sokaktan koptular.... Bu nedenle anlattıklarınızı özlüyorum hatta bizim donemden daha güzel günler de varmış diyerek anlattıklarınıza imreniyorum....
Erkan Başkan’a söz verdiğim gibi, okulum 5 hafta sömestr tatiline girdi ve bu süre boyunca sadece okur değil, yazar olarak da katılımda bulunacağım :)
Herkese sevgiler, ve tekrar iyi seneler....
Tuba Ekmekci/1988
Aslında bizler çok şanslıyız.
Bu anlatılanları okuyorumda gözümün önüne hep o çocukluk günleri geliyor.
Biz Aksoy’da şimdiki Girne bulvarının orda otururduk. Patlıcan, lahana ve karnabahar tarlaları vardı. Her yer erik ağacı doluydu, az çalmadık..)) Sevgili Ali Tuncer ve ben yakalandık bir kere..)) hiç unutmam. Sapanları vardı arkadaşlarımızın ama ben hiç yanaşmadım kuş vurmaya. İncir ağaçları vardı yan yana , üstünde elim ucu oynardık, ezberlemiştik artık dalları bile, yaz gelince o güzelim incirleri yerdik.
Bahar da okuldan gelip yemeklerimizi yedikten sonra hemen çim olan aynı zamanda top oynadığımız tarlada , çimlerin üstünde derslerimizi ve ödevlerimizi yapar sonra maçlara başlardık.
Akşam üstleri kız arkadaşlarda gelir voleybol oynardık. Yakar top en çok oynadığımız oyundu.
Şimdi çocuklarımız halı sahalarda. Alan yok ki, ne yapsınlar. Ne çelik çomak bilirler ne yakar top. Biz tabiatın içinde büyüdük onlar dershanelerde, ne yazık ki....
O günleri şimdi bile arıyorum......Ne mutlu ki biz o güzellikleri yaşadık...
Birde komşuluktan bahsetmek isterim, bütün arkadaşlarımızın anne ve babalarını tanırdık. Evlerine her zaman girer çıkar hiç yabancılık çekmezdik. Ya su içmek için veya bir kurabiye yemek için. Çoğu arkadaşım annemin yemeklerini hala anlatır.
Yaz akşamları açık hava sinemaları.... bizim orda Rüyam, Hayal- Beyazıt - Simeranya- Zafer daha adını hatırlayamadıklarım, ne güzeldi her akşam sinemaya giderdik..
Şükrü diye bir çiğdemci ağabeyimiz vardı, Allahlım o ne lezzetti. Zaten filim seyrederken tek ses çıt çıt çıt..)) herkeste aynı ses..))
Birde şubenin önüne gelen o turşucuyu unutamam hele acılı suyunu...))
Hıdrellezler ayrı bir coşkuydu....ne güzeldi o günler....
Sevgi ve saygılar..
Uğur Güler
Amma yaptın be Uğur;
Hatırlanmazmı O yazlık sinemalar..
Bak ben sana hatırlatayım....
Kaymakamlığın olduğu yerde : Beyazıt ve Hayal Sinemaları..
Banka Sokağında : İpek Sineması
Arabacı Sokağında : Gül Sineması
Karşıyaka Ortaokulu’nun karşısında : Simeranya Sineması
Alaybey çarşısına girince sağdaki sokakta: Cihan Sineması
Alaybeyde yol üzerinde: Şan Sineması
Alaybey tren yolu kenarında : Şeref Sineması
Zübeyde Hanım Caddesinden Bahriye Üçok Bulvarı‘na dönülen köşede: Ferah Sineması (Eski adı; Altınuç)
Reşadiye caddesinde : Rüyam Sineması
İskelenin karşısındaki postane sokağında: Duygu Sineması
Avlar Pasajının çıkışındaki : Zafer Sineması
Çarşı Camii’nin karşısında : Melek Sineması
Biz yetişemedik ama (1950-1960 yıllar) Anlatıla, anlatıla bitirilemeyen bir başka yazlık sinemada şimdiki Osmanzade Parkı’ nın iç tarafındaki : Holivud Sineması
Ve...bu listeyi Bostanlı Köprü Durağında, dere kenarındaki parkın yanında Sayanora Sineması, ve şimdiki Bostanlı İş Bankası'nın karşısındaki Grup Sineması ile noktalayalım.
eksik varsa..Bilen tamamlasın...
Erdal ÖNAL(1964)
Sevgili Necat,
Diringaları ne güzelde tarif ettin. Zannederim ben sizden dokuz on yaş kadar büyük olmalıyım. İşallah Türkiye’ye gelince tanışırız. Belki zaman farkından dolayı da oyun şekilleri değişebilir. Bizlerin diringalarla oyunumuz umumiyetle iki çeşitti.
Birincisi: bir duvarın dibime ufak bir çukur kazar be bir metre kadar gerisinden avucumuza doldurduğumuz diringaları o çukura savururduk. Bu oyun iki kişi oynanırdı. Çift mi tek mi diye avucumuzon içinde arkamızda sakladığımız diringaları karşı taraftaki arkadaşa yumruklarımızın içinde tutardık. Bilen çukurun başına geçerdi.
Çukura savrulan diringalar sayılır ve çukurun başındaki arkadaş çift veya tek derdi. Çukurdan çıkanları bilirse, çukurdaki diringalar onun olurdu.
Ve oyun böyle devam ederdi.Tabii ki ceplerimiz diringa dolardı.
İkincisi: Bir metre kadar çapında daire çizer bu dairenin içine anlaşmalarımıza göre herkes beş veya altı diringa atardı. Diğer taraftan dairenin bir uzağına düz bir çizgi çekilir ve kaç kişi oynuyorsa elindeki meşe yi o çiygiye atardı. Kim çizgiye yakın atarsa önce o başlardı. Umumiyetle cam meşelerimiz vardi. Bunlara cicili de derdik. Yuvarlak çizginin kenarından meşeyle diringaları daireden çıkartmaya çalışırdık. ıİşte böyleydi o zamanki oyunlarımız.
Oyun böyle devam ederdi.
SELAM ve SEVGİLER
Fikret TOPAÇ
Bir de filmlerin ilk gösterildiği akşam oyuncular,rejisör falan gelir,prömiyer yapılırdı.Sahneye çıkan oyuncular kısa konuşmalar yaparlardı.Ben filmlerde kaba saba bir adam olarak tanıdığım Ahmet Tarık Tekçenin sesinin ne kadar yumuşak ve sevecen olduğuna çok şaşırmıştım.
Bir akşam Burç sinemasında prömiyere sanatçılar ancak filmin bitiminde yetişmişlerdi de sinemanın sahibi saldırmıştı onlara..
Film kopunca'makinist uyuma lan geliyoz yanına ha' bağırışları bir süre devam eder,eğer kopma birkaç kez yinelenirse birkaç kişi makina dairesine makinistin ifadesini almaya giderlerdi
Racon gereği kapalılarda 'aşuuuree' diye bağırıldığı halde öpüşme sahnelerinde,açıkhavalarda bağırılmazdı..Şener Baltepe
Sevgili Şener abi,
Doğru,sinemalarda anlattığın gibi pislikler de yapılırdı.
Ancak, böylesi davranışlarla, bastırılmış kişiliklerini ancak karanlıkta dışa vurabilenler, hiç de hoş karşılanmazdı.Film aralarında yerlerinden kalktıklarında , insanlar bakışlarıyla bu türlere hadlerini bildirirdi. Ama o tiplerin de hakkını fazla yemiyelim ; Henüz utanma duygularını kaybetmemiş olduklarından , (bugünkü magandalar gibi)"ne yan bakıyosun lan"diyen de olmazdı...
Buna karşılık, yine o yıllarda İstanbul'da, Yeni Melek,Atlas,Emek,Konak gibi sinemalarda,
filmler çıt çıkmadan izlenir, aralarda sinema içinde çikolata türü şeyleri ahşap tablalar içinde satan sinema çalışanları da ,sadece o tablaların altına bozuk parayla "tık""tık" diye hafifçe vurur ve yine fısıldar gibi "koko"-"koko" diye ses verirlerdi. O sinema adabı, başkalarına saygı anlayışının (hadi kaybolması demiyelim) değişmesiyle artık 1960'ların İstanbul'u gibi tarih oldu maalesef.
Nergis istasyonunda Nergis açık hava sineması vardı.
Karşıyaka istasyonundan rayların üstünde yürüyerek giderdik.
Karşıyaka istasyonunda Cemal amcadan Kokoreç almayıda ihmal etmezdik.
Nur içinde yatsın Cemal amca.Şu anda bile onun gibi güzel kokoreç yapan birini bulmak çok zor. DR.TAYFUN ÇAĞLAYAN 1972
Madem Şeref Sineması adı ile gündeme geldi ben de küçük bir anımı söyleyeyim,evet Şeref Sineması orasıydı, şimdi kesin gününü hatırlamıyorum,ancak70-73 yılları arsıydı, amatör tiyatrocu gurubu arkadaşlarla o sinemada Haşmet ZEYBEK'in "Irgat" adlı Tiyatro Oyununu sergilemiştik,sahnenin arka tarafını çok iyi bilirim,çünkü oyunun Müzik Seslendirmesini ve Efektini ben yapmıştım.Ve KARŞIYAKALILAR o akşam bu sinemayı ağzına kadar doldurmuşlardı.Hiç unutamadığım ve özellikle bu günlere bakarak da özlem ve saygıyla andığım bir ortamdı. K.KADER, KEL- '69
Şeref sineması üzerine..
Alaybey'de bir ucu demiryoluna, bir ucu Bombacı Ali Çavuş'un evine varan bir sokak vardır. 1865. Orada doğdum ve çocukluğumun ilk 9 - 10 yılı orada geçti. Daha sonra çarşı girişinden Numune fırınında tezgahtarlık da yapan, arkasında "krallar önde gider" yazan faytonun sahibi, Sirkeci Ahmet ağabey de aynı sokaktaydı.. onun evinin ve tren yolu istikametinden gelirken solda kalan, sokağın ortalarına denk gelen evlerin bir kısmınının arka bahçeleri, şeref sinemasına bakardı. Buranın sinema olmadan önceki halini, bilirim. Hiç bir emare olmamasına rağmen o alana "kilise" denirdi.. Kuyu gibi birşey açılırken bir sürü kafatası ve kemik çıkmıştı.. Birbirimizi korkuturduk.. Yaş kemale erip kilise - kemikler bağlantısını kurunca, acaba işgal yılları ve/veya sonrası hangi taraftan kimler bu trajediyi yaşadı? diye düşünmeden edemiyorum... Belki de kilisenin bahçesi mezardı, kemiklerin kaynağı oydu.. Hatta bazı hristiyan kiliselerinin yer altı mahzenlerinde kemik saklama geleneğinin bir parçası da olabilir..Bilemiyorum.. Ama onlarca kuru kafa ve kemiği 9 yaşında olmama rağmen net olarak hatırlıyorum..
Şeref, Şan ve Cihan sinemalarına, Devlet Devrim, Kenan Pars (kötü adam rollerinde olduğundan olsa gerek, yuhalanmıştı):, Göksel Arsoy (Altın çocuk derlerdi, hayranları arabasını havaya kaldırdılar!), ve Melek sinemasında Umut filminin galasına Yılmaz Güney gelmişti.. Hafızam beni yanıltıyorsa ağabeylerim düzeltir.. Simeranya' sinemasının sahibi de Asım Amcaydı. Oğlu rahmetli Korhan' dı.. Bizim ortaokulun (şubenin) köşesindeydi.. hey gidi günler..
Fırat TUNA
Seref Sinemasi..Gala`lar..
Arada bir de zamanin yildizlari...tesrif ederlerdi..filmin orta yerinde...Ben 70 li yillarin erotik yildizi "Feri Cansel"`i hatirliyorum Seref sinemasinda... Karlisdaslardan.. kesin bazilariniz oradaydi o aksam..
6fenb Erhan bilgen
Sağolun ağabeylerimiz, ne güzel anlatmışsınız!..
Evet, biz de o sinemaların çoğunu görme şansını elde etmiştik. Gerçekten daha insanca, daha sıcak ve daha sempatikti Karşıyaka o zamanlar. Çok daha az bir nüfusla herkes birbirini tanırdı. Belki de o yüzden, çocukluğuna doymuş, çocuk gibi yaşayabilmiş bizler yaşam sevincimizi hiç kaybetmiyor ve bugün hala tebessüm edebiliyor, espri yapabiliyoruz… Erhan Öcal-1970 KEL
1956 doğumluyum, demek ki 1966 ya kadar sizin evin karşısının solundaki iki katlı evin üst katında oturduk, yorgancı Hamit'in oğluyum ben... sizi tanıdığıma sevindim..40 yıldır ilk defa o sokaktan biri ile yazışmak heyecan verici oldu... Saygı ve sevgiler..Fırat Tuna
O çok fiyakalı faytonun sahibi AHMET abi lerin oturduğu binada oturduk biz de...Onun babasının binasıydı ve 3 katlıydı. Hüseyin Amca ve Makbule Teyze..Biz birinci katta,Ahmet Abi ler 3.katta oturuyorduk..Hüseyin Amca ve Teyze bahçe tarafında 2. kattaydılar..Hüseyin Amcanın sağlık durumu pek iyi değildi o dönemde..Sokağa bakan 2. katta da kiracılar vardı..Anlat anlat bitmez 1865sokak… Ertuğrul Önkaptan
Gerçekten çok güzel tiyatro oyunları izlenirdi..Sanırım 70 li yılların başlarındaydı..İPEK Sinemasında izlediğim rahmetli Altan Erbulak ın Yüzsüz Zühtü oyununu hiç unutmadım..muhteşem bir oyundu.. Ertuğrul Önkaptan
Sevgili Dostlar,
Uzun zamandır gurup yazılarına katkı koyamadım.Sadece okumaya
çalıştım...Sinemalar konusuna gelince; birkaç gündür izliyorum..Her
arkadaşımız kendine göre bir katkı koymaya çalışıyor...nostaljik
olarak...Gurubun yeni üyeleri bilmez, bir yıl kadar önce KARŞIYAKA'da
yazlık sinemalar konusu oldukça ilgi çeken bir tartışma ortamı
yaratmıştı....O günlerde, ben de birşeyler karalamıştım...Hatta bir
dönem (sanırım 69 yazında) Simeranya ve Alaybey'deki Cihan
sinemalarını çalıştırdığım bilgisini de yazdım. O yıllarda Ege
Bölgesinde Film işletmeciliği yapıyordum...(Karşıyaka Karşıyaka
dergisinde konuyu içeren bir yazım yayınlandı)..
Sevgili Dostlar, bilirmisiniz, o dönemlerde Simeranya
Sinemasında sadece filmler seyredilmezdi...Dönemin önemli Tiyatroları
eserlerini Karşıyaka'lılara oynardı...KENTER, AST(Ankara Sanat
Tiyatrosu) oyunlarını kapalı gişe oynardı.....Simeranya Sineması'nın
Karşıyaka'mız için çok önemli bir sanat merkezi görevini de
üstlendiğini bilmemiz gerekir diye düşünüyorum. Sevgili Yaşar ÜRÜK
dostumuz sanırım iyi bilecektir...
Sİmeranya ismi ile ilgili olarak bir anektodu aktarmak
isterim....Rahmetli Hocamız Macit ARAY(Edebiyatçı-şair-ressam ve medyum)'yı tanımış olanlar, kendisinin Türkçe kelime ve isimler
konusundaki duyarlılığını bilir...Kızdığı ve sevmediği isimler
arasında Simeranya da vardı...( O ne biçim isimler
öyle...neymiş...Simeranya...Pandispanya..) dediğini hala
anımsarım..(Pandispanya:Pastanelerin camlarında yazardı=PANDİSPANYA
BULUNUR). Rahmetli bugün yaşasaydı, çarşılarımızdaki tabela
isimlerini okur ve kahrolurdu.....Bir Simeranya'dan yola çıkıp
nerelere gittik...Sanırım, genç kardeşlerimizin çoğuna yabancı kalan
anılar ve değerler.....Çok uzattım....Sevgiler....Recai ACAR-1968
Recai bey madem sinema işletmeciliği yapmış,o dönemin makinistlerini de tanır umarım.Melek veZafer sinemalarında makinistlik yapan ve ayrıca gişede oturan Bornovalı lakaplı bir Erdoğan vardı.Ses sinemasında da Yüksel.O zamanlar hatırlarsınız yurtdışında mektuplaşmak isteyen kişilerin adresini sağlayan bir isveç veya danimarkalı doktor bilmemkim vardı.Bunlar birer kız bulmuşlar bana geldiler 'Aman şener şu mektuplaşma işini idare etdiye.Erdoğan bir de Baba lokantası önünde kuyruklu bir şevroleye yaslanarak 'işte arabamız,işte mekanımız'diye kıza bir de fotoğraf göndermesin mi.
Genelde birkaç mektuptan sonra ilanı aşk faslına geçilirdi.O zamanlar ben de pek para vermezdim sinemalara.Ayrıca Meleğin sahibi Hamdi bekir beyin kızına ders te verirdim ta kestelli yokuşundaki evlerine giderek.
Asıl Ben Hüsnü Yıldızdan söz etmek istiyorum.Açıkhava sinemacılığının son cengaveri.Çocukluk arkadaşımdır.Birkaç yıl öncesine kadar dayandı Bornovada Hayal açıkhavada. Kapanmasıyla da açıkhava kalmadı İzmirde...Şener Baltepe
Şener Hocam, merhaba...
Benim o yıllarda yaptığım iş, ağırlıklı olarak, Film Distribitörlüğü olup, tamamen yabancı filmlerin Ege Bölgesindeki sinemalarda,günümüzdeki tanımlama ile pazarlamasını yapmaktı...Ancak bir yaz sezonu Simeranya ce Cihan Sinemalarının işletmesini yaptım..O nedenle sözünü ettiğiniz makinistleri, üzerinden 40 yıl geçmiş olması nedeniyle anımsayamadım..Ancak, Melek Sinemasının sahibi olan Hamdi Bekir bey'i ve sözünü ettiğniz kızını tanıyorum....İşim gereği, bölgedeki sinemaların sahibi yada işletmecilerini daha iyi tanırdım...
Geçen gün yazdığım Simeranya Sineması'nın sahibi, Asım Efil, aynı zamanda okuldaşimiz olan Av.Kudret EFİL'in babasıdır.Kendisi müteahhitlik yapardı.Sinemanın arsasına yapılmış olan Apartmanı dan o yapmıştır ve ismi Simeranya Apt.
Sevgili Erkan Atik, sinemanın fotoğrafı yok mu diye sormuş...Ne yazık ki; bende yok....Belki bazı arkadaşlarımızda olabilir....
Selam ve sevgiler...Recai ACAR-1968
Sevgili Ertuğrul,
Atilla, evet hatırladım, kafamı yarmıştı, izi hala durur.. İyi niyetle tabii.. Öyle aşağı mahalle ile yaptığımız taş savaşlarında olduğu gibi değil.. Sındırgı'lı... Annesi Fikriye hanım teyze, babası aksi bir adamdı. Coşkun Atilla'nın ağabeyiydi.. Sonraları biz şimdiki girne bulvarına taşınınca uzun süre annem (Senem) destek oldu Fikriye hanıma.. Trajedidir.. detaya girmeyeyim, nostalji büyüsü bozulmasın... Sefa ve Serdalı'ı, Nejatları hatırlıyorum, siz tam Püren ablamla yaşıtsınız, Biraz ilerideki evde oturan Ali Rıza da sizle yaşıt, kardeşi Ercan benle.. Yanımızda Giritli boyacılar otururdu. Hayriye ablalar.. Daha ilerilerde Eskişehirliler, biraz daha ileride Ali çavuşun köşesinde Trenciler vardıadamcağız makinistti öyle isim takmışlar,.Oğlu Nuri'ydi galiba.. Bombacı Ali Çavuş (Alaybeye heykelini dikmişler) Her 9 eylülde davullar zurnalar tutar çizmelerini üniformasını giyer ortalığı gerçek anlamda bayram yerine çevirirdi .. Peki bizim sokağı Kireççi Ali'ye doğru dönünce bir evde kadın kendini yakmıştı. Onu hatırlıyor musunuz?
Gece Tabutu bahçede görmüştüm.. Bazı geceler o evin önünden geçmek bir kabustu benim için... Yıllarca zihnimden atamadım... İstasyonun hemen arkasında Aşureci Ziya(?) vardı, eminim ki en ucuz maliyetli aşuredir ama ne tatlı gelirdi, dibini sıyırırdım... Ahmet ağabeyin hanımı Semin abla (?), Kızı Yasemindi.. Bir de Semin ablanın güzel bir kızkardeşi vardı yetişkin..
Arka bahçede sirke damacanaları vardı, hatta gençlerden biri sirke ruhu içip intihara mı kalkışmıştı? Akın ağabey olabilir mi? sizin sırada aşağıya doğru Esen ve ağabeyi vardı, hatta ağabeyi gazocağının üzerine düşüp göğsünü ciddi şekilde yakmıştı...Bir de tren hattının hemen arkasında bir sağır dilsiz arkadaşımız vardı, trenin geldiğini duymamış, altında kalmıştı, rayların üzerinde eminim sizin de giydiğiniz beyaz naylon ayakkabı teki, kulağına küpe gibi takıp şaka yaptığı bir çift kiraz ve kan vardı.. Bazen birlikte çivi gazoz kapağı nadiren de metal parayı raya koyar, mümkün olduğunca yakın yere yatar, dev lokomotifin üzerinden geçerek metalleri dümdüz edişini seyrederdik.. Bazen makinist kömür atardı!.. Neredeyse dün ne yediğimizi hatırlamazken, 50 yıl önceyi bölük pörçük de olsa hatırlayabiliyoruz... Müsü (Mösyö) geçerdi sokaktan, bir de at arabasıyla zeytinyağı satan biri vardı, "ayak, paça, kelle" diye bağırarak sakatat arabasıyla sokağımıza gelen "mançacı" vardı, yazın dondurma satan el arabalı beyaz önlüklü biri, macuncu, yoğurtçu, kışın geceleri sesini duyduğumuz bozacı, salepçi, bir de pestilci vardı, kurşun boru, bakır tel vs. karşılığı pestil verirdi, nayloncu seleci vardı, bir de sele deyince arada sepeti kolunda balık satan yaşlı bir arnavut vardı.. Biri beni durdursun! Sizi tekrar tanıdığıma çok sevindim... Umarım sağlığınız yerindedir, işleriniz iyidir, hayat sizi fazla üzmemiştir.. Sevgi ve saygılarımla.. Fırat TUNA
Bizim Celal bey Asfaltında Ömer bey diye bir komşumuz vardı.Belediyede memurdu.Oktay adında bir oğlu,ondan küçük Önder ve Ömür adında iki çocuğu vardı. Onlara kasabalı derlerdi neden biliyor musunuz? Çünkü Turgutlulu idi onlar ve Turgutlunun o yıllardaki adı Kasaba idi.Kumral hanım belki sen bu çocukları tanıyor olabilirsin.
Hadi konuyu değiştireyim ve bir soru sorayım.Ogün Altıparmak bu ismin konulduğu ilk kişidir.Neden biliyor musunuz? Merak edin biraz... Şener Baltepe
Evet ,onlarda Cumhuriyet ilkokuluna giderlerdi ve ikizlerdi.Ağabeyleri Oktay beyle 50 yıl mezunları etkinliğinde Çeşme de tanıştım, sanırım Karşıyakada yaşıyor. Ömürün eşi bizim Ege Üniv.den çok sevdiğimiz Cahit abinin avukat yegeni, ama Önder nerede neler yapar onun hakkında bilgi yok. Birde de onların karşılarında oturan bir Necla vardı, sizde onu hatırlarsınız sanırım.......... Ogün bizim karşımızda otururdu Yetodan sınıf arkadaşı sarışın bir eşi vardı. tabii bu …İstanbula gelmeden önce...... DrKumral
Yaa.Nereden nereye işte..
Ömer beylerle aramızda Feheda hanım otururdu.Annemle hem kahve içer hem de dedikodu yaparlarken bana bakıp'Emine,bu çocuğun gözü göz değil.Sen de bundan hayır görürsen gel de benim mezarıma ......'derdi.Kocası Kahraman amca bir gün Önder ile Ömürü ve beni elimizden tutup şimdiki Tersane cafenin olduğu yerde denize sokmuştu tabii sivil kıyafetle.4-5 yaşlarındaydık.İlk denize girişimdir o benim.
Bir arka sokakta lisemizin daha sonra Böğürtlen gibi yıllanmış şaraplarından olacak Haydar Şenolsun otururdu.Nasıl Eyüpçonun ablası Bingül Turan hanımın gözdesiyse Haydar abi de Refik beyin has adamıydı.Törenlerde izci kıyafetiyle geçerlerdi.
Neclayı tanımıyorum ama Turan diye bir çocuk vardı.Ayağına dikiş iğnesi batmıştı da çok çekmişti çocukçağız.Dediğiniz yerde otururdu.
Ogün FB ye gitmişti.Annesi ona çok karışırdı.Kaç kez Alay Kıraathanesinde otururken gelip azarlayaraktan eve götürmüştü onu.Hem de Fındık Metinle muhabbetin en tatlı yerinde.
İyilikle kalın… Şener Baltepe
Şener Abicim bu kadar derinlere dalmışken ,ben de aynı yerde yüzmeyi öğrenmiştim. Küçük de bir teknemiz vardı .4-5 yaşında o kayıkçı iskelelerinden denize atlardık. Denize girilecek yer de tersanenin yanı idi .Çünkü orası daha kumlu idi . Orada bir apt vardı Volkan Apt.Onun karşısında ise Tersane parkı hatırlarsan. O parkın karşısından denize girerdik. Ben de yüzmeyi orada öğrendim. Alaybey İlkokulu açıldıktan sonra sanırım ilk öğrencileri biz olduk. Çünkü ablam benden 3 yaş büyüktü ve aynı mahallede oturduğumuz halde Cumhuriyet ilk okuluna gidiyordu. Bizim mahallede bir bombacı Ali Çavuş otururdu. Bombacı Ali Çavuşu ben çocukluk yıllarında tanıdım. Bahçesinde kocaman bir dut ağacı vardı Karadut. İlk kez o bahçede karadutla tanışmıştım. Parmak kadar kocaman dutlardı ve yaz aylarında mutlaka o bahçeye dalardık. Ali Çavuş da " ananıziiii ben kurtardiiiim,babanıziiii ben kurtardiiiiim" diyerek Giritli şivesiyle bağırır arkamızdan koşardı. Ama sonra çağırır biraz dut toplar bize de dağıtırdı. Dalların kırılmasına kızardı. Sonraları hep 23 Nisan, 29 Ekim yürüyüşlerinde asker kıyafetlerini kuşanır, kılıcını eline alır ve bizim okulun başında yürüyüşe geçer ve o yaşında, yorulmadan Alaybey İlkokulu'ndan Karşıyaka Stadına kadar kortejin en önünde yürürdü. Sen benden 10 yıl kadar daha genç(!!!!!) olduğundan bunları daha iyi hatırlarsın diye düşünüyorum. Biraz Alaybey’den bahset mesela. Tantanların orada hangi dükkanlar vardı? Pişirici fırınına hiç börek verip de yemek aldığın oldu mu??? Hangi berbere giderdin traş olmaya. Berber İsmaili, Ruşeni hatırlar mısın? Giritli Kasap Ali daha taze et mi satardı. Terzi tatar Aziz'e hiç ısmarlama pantolon diktirmedin mi? Alaybeyde ilk Eczane nerede açılmıştı? Mesela Kireççi Aliden hiç kireç alıp evde badana yaptın mı ? O yıllarda plasik malzeme yoktu .Biraz deşelim bunları da Akademisyenler neler yaşamış, Karşıyaka’yı nasıl biliyorlarmış, bir de sizden öğrensinler istedim. O günleri biraz da esprilerinle süsleyip yazarsan sevinirim. Çünkü ben senin yazı dilini çok iyi biliyorum. Sevgiyle.....Atakan Sukatar
Daha şubeyi bile bitirmedik ki..
Nadide hanımdan sonra gürleyerek sınıfa giren tabiat bilgisi öğretmeni Süleyman beydi.Oğlu Tansuğ ile askerde beraberdik.Süleyman bey öfkesi dilinde,kalbi tertemiz bir adamdı.Bende asıl iz bırakan Resim öğretmeni Celal Uzel olmuştur.Bizim lise resim hocaları açısından gerçekten şanslı sayılırdı.Bir Şeref Bigalı,bir Celal bey aslında büyük sanatçılardı.
BUNLARIN RENKLERİ TUVALLERİNDEN TAŞAR,TÜM KARŞIYAKA VE TÜM SANAT ALEMİNİN BEYİN VE YÜREKLERİNE DAMGASINI VURARAK SİLİNMEYEC EK İZLER BIRAKIRDI
Büyük harfle yazdım bazılarının gözüne sokmak için.İster sanatçı,ister bilim adamı,ister bilmem ne olsun.Bir kişi mesleğinin zirvesine çıkabi,lir,mesleğinin or neydi o hah ordinaryüsü ola bilir ama benim KASABAMA katkısı yoksa,benim anılarımda,benim yüreğimde ufacık bir izi bile kalmamışsa bana birşey yazmaz o kişi..Neyse bir kutu Lustral almış gibi sakinledim oh be yahu.
Türkçeye Sabahattin bey gelirdi,gözdesiydim ben onun.Suat hanım müzik dersinde şöyle bir şarkı öğretmişti:
Çocuk ata binmiiş
At ürkmüş çocuk düşmüüş
Yandıı canım
Yazık yersiz aktı kanım
Bu ne iştir bilmem
Bir daha ata binmem
Yıllar sonra bu şarkıyı ilk sözcüğünü değiştirerek söylememe yol açan bir olay olduydu.Neydi acaba..?
Not:Kıçıkırıkların adı sokaklara veriliyormuş deniliyor.Yahu bir yükseköğretim kurumunun ilk kez açılmasındaki katkılarım dolöayısı ile bana da Tunceli fahri hemşehriliği tevcih edilmiş idi.Acaba ben de çömleği kırılmış olanlardan mıyım?Şu anda bir şeygözükmüyor ama..
Şener Baltepe
Şener abi harikasın;
Yazdıklarını çok beğendim.. Gerçekten yazdıklarının
hepsini ben de hatırlıyorum....Ne günlerden geldik buralara değil mi?...
Yüzü yaralı çirkin adamlı.. Anjelik filmlerini de hatırlarsın sen...
ne üzülmüştüm o zamanlar yüzü yaralı çirkin bir adam olmadığıma....
Bu fakir kulumuzun... Bir maden olduğu zaten belli idi....
ama ben...Ortaokuldaki Coğrafyacıdan başlayınca masallarına..
OOOoooo....Lisede kimbilir hangi hocalardan bahsedecek abim derken...
masalın o kısmını es geçiverdin...
Şener abi... Annen senin arkana kupa da çekmiştir...
geçen gün bir mail geldi... Biz nasıl gelebildik bu günlere diye..
Ateşi 40 dereceye çıkanlara... terlesin diye 2 yorganın altına
yatırırlardı... diye... onu okuyunca geldi..Kupa çekmek aklıma...
Erdal ÖNAL(1964)
Bu parka isim verme hikayesi sinema muhabbetlerinin içine limon sıktı yaa..
Bobin koşturma deyimi,ni biliyor musunuz?Bazen iki sinema birden aynı filmi geçerlerdi.İşte o zaman film arasında işıkçılar koşarak işi biten bobini bir sinemadan ötekine götürürlerdi,
O zamanlar filmlerde çok büyük çekim hataları olurdu.Bu fakir kulunuz(Gözünün yağını yiyeyim Metin hoca patenti sende bunun ama..) O zaman bunlardan esinlenerek bir manzumecik döktürmüştü de Belkıs hanım pek bi beğenmişti onu.Dizelerinden hatırladıklarımı takdim edeyim
Gözyaşı,birkaç mezar,bir dul,zavallı bebek
Bir cami,bir meyhane,gerisi safi göbek
Biçare seyircinin haline sanki güler
Gözleri kımıldayan,nefes alan ölüler
Yalçın dağlarımızda aslanlar gibi bekler
Silah çatmış saatli,kravatlı zeybekler
Padişah bir köylünün zavallı tavuğuna
Kıymış ta birkaç tüyünü takmış kavuğuna
Deli İbrahim kızmış,tutmuş yine krizi
Ardındaki duvarda elektrik prizi....diye devam edip giderdi.Sonunu şöyle bağlamıştım:
İzah edilemeyen metafizik bir ilim
Yalapşap birkaç günde çekilen yerli filim..
Tabii çok abartmıştım ama hatalar da bayağı fazlaydı yani ellili yıllarda...
İyilikle kalın.
Şener Baltepe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder